Efendisinin yani başka bir insanın malı olan, herhangi bir özgürlüğü olmayan, karar verme süreçlerine katılamayan ve kendinden daha güçlü -zengin- kişiler tarafından para ( genelde açık arttırma yöntemi ) ile alınıp satılabilen insanlara “köle” denir. Tarih boyunca köleleştirilen birçok insandan sadece birkaçı olan bu kişilerin, yaşam koşullarının iyileşme hayali efendilerinin insafına kalmış! Çoğu da ağır şartlara dayanamayarak ölmüş…
Köleliğin ortaya çıkışı ise şöyleydi: insanlar değişen ve gelişen imkânlar sayesinde tükettiğinin üzerinde bir üretim yapmaya başladığında, doğan işgücü ihtiyacını karşılamak için kölelik yöntemine başvurmuştu. Çünkü insan, savaşlarda elde edilen ganimetlerden çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor, esirleri de öldürmek yerine kendi hizmetinde, ağır koşullarda çalıştırmaya başlıyordu. Sadece çalışmak da değil! Dans ettirmek, kendilerini eğlendirmek ve vahşi hayvanlar ile dövüştürmek gibi amaçlar için de kullanıyordu. Hatta İtalya’da gladyatör Spartaküs, büyük bir köle topluluğu ile ayaklanmış ve ilk köle ayaklanmasını oluşturmuştu.
Çok eskiden birçok medeniyette kölelik kavramı olağan karşılanmış ve köle pazarlarında insan ticareti yapılmıştır. Hatta köle sınıfındaki kişinin çocuğu da köle kabul edilmiş; suçlular, borçlular, savaş esirleri de efendilerince tercih edilmeyi beklemişlerdir ( ! )
Osmanlı devletinin kölelik sisteminden bahsetmek gerekirse; köleliğin tanınması ve yaygınlaşması, Osman Bey ve Orhan Bey döneminde gerçekleşmiştir. Köleler, siyah ve beyaz köle olarak ( ırklarına göre ) sınıflandırılmış; yeni topraklar elde ettikçe, köleliğe olan ihtiyaç daha da artmıştır. Zamanla bazı haklar verilmiş, yaşam ve çalışma koşullarında iyileştirmeler yapılmak istenmiş ancak bu konulardaki yasal düzenlemeler tüm köleler için eş zamanlı gerçekleşmemiştir. Kölelik düzeni 1847 yılına kadar devam etmiş, sonrasında yayınlanan bir ferman ile bu düzenin son bulması için önemli adımlar atılmıştır.
Kölelik düzeninden bahsetmişken, kendi köle hayatına son vermek için bir hayli ilginç bir yolu deneyen, Henry Box Brown’ın hikâyesini anlatmak gerekir. Bu siyahi kölenin otuzlu yaşlara kadar adı: “Henry Brown” idi. Ta ki, kendisini bir kutu içerisinde köleliğin artık olmadığı bir bölgeye kargo olarak gönderene dek…
1800’lü yıllarda yaşamış bu siyahi köle, bir arkadaşı ile yaptığı plan sonucu, kutu içerisinde 27 saatlik yolculuk yaptıktan sonra, Virginia’dan Philadelphia’ya ulaşmıştır. Sadece küçücük havalandırma delikleri olan ve üzerinde “dikkatli taşı” ifadesi bulunan bu kutuda geçen 27 saatlik yaşam mücadelesinin, aslında başka bir nedeni daha vardı: Henry’nin yine kendisi gibi bir köle olan eşi ve 3 çocuğunu, efendisinin sözünde durmayarak, başka bir aileye köle olarak satması…
Özgürlüğünü kazanan Henry, özgürlük savunucu gruplarda yer almış, sonrasında da kendisine “ box” ( İngilizcede kutu demektir ) ismi eklenmiştir. Tabi ki o zamanlar bu yöntemde umut ışığını arayanlar, Henry kadar şanslı olamamışlardır.
Kuran’da kölelik sistemine karşı çıkılmış, Âl-i İmrân suresi 79. Ayette şu şekilde belirtilmiştir: “Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara ‘ Allah’ı bırakıp bana kul olun’ demesi düşünülemez. Aksine ‘ Öğretmekte olduğunuz kitap ve yapmakta olduğunuz incelemeler gereğince Rabbin halis kulları olun!’ der.”