Kitabı, zamanın ve sayfaların nasıl geçtiğini anlamadan çok kısa bir sürede 420 sayfayı bitirivermişim. Akıcılığı, olay örgüsü, anlaşılabilirliği, kurgu ve biyografik dengesiyle okuduğum en iyi kitaplardan biri olduğunu hiç kuşku etmeden dile getirebilirim.
Kitap, son derece etkileyici ve çok farklı ideolojilere sahip Lou Salome’nin -Nietzsche’den habersiz- Dr. Breuer’e gönderdiği kenarları gümüş yaldızlı küçük bir karttaki kısa notu üzerine acil bir sorun üzerine buluşmalarıyla başlıyor. Alman felsefenin sallantıda olduğunu söyleyen Lou, Profesör Nietzsche’nin sağlık durumu hakkında oldukça endişeli olduğunu ve onun tedavisi için – ki Dr. Breuer’in o dönemin diğer doktorlarının kendisine imrendiğini, birçok saygın adamın doktoru olduğunu ve tam bir teşhis dehası olduğunu belirtmeliyim- kendisiyle iletişime geçtiğini dile getiriyor. Fakat Profesör Nietzsche’nin rahatsızlığı pek alışılagelmiş bir rahatsızlık değil, onun rahatsızlığı ümitsizlik! Kitabın dönemi Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyanası’nda geçiyor.
Olaylar birbiri ardında öyle ilerliyor ki adeta kendini durduramıyorsunuz ve birinci bölüm, ikinci bölüm okurken bir anda yirmi ikinci bölümde buluyorsunuz kendinizi. Adeta kendimi kitabın dünyasına bıraktım ve on günde onca sayfa bitiverdi. Sonlara doğru gerçekten üzülerek ilerledim çünkü öylesine o dünyadaydım ki kendi dünyama dönmek istemedim. Başlarında bilmem kaçıncı bölüme şu kadar sayfa kalmış diye ilerlerken sonlara doğru sayfa sayısına bile bakmadan okudum. Kitabı son derece akıcı ve anlaşılabilir bulduğumu, okurken romanın dünyasına öylesine zevkle daldığımı kuşkusuz söyleyebilirim. Benim görüşlerim, düşüncelerim bu yönde. Sizin de okumanızı gönül rahatlığıyla önerebilirim.