Hava epey soğuk, rüzgârlı. Şalım, kapüşonum uçuyor, bir yandan onlara hakim olmaya çalışıyorum bir yandan çantamı kavramaya çalışıyorum. Fazla sıcak bir memlekette büyümenin doğurduğu sonuç olarak soğuğu, üşümeyi, kış mevsimini çok seviyorum. Okuldan yürüyerek dönmeye karar verdim bugün. Pek bir mesafe yok aslında okul ve yurt arasında ama yokuş olduğu için beni biraz yoruyor. Erkek yurdunun önünde köpekler var, normalde çok enerjiktir bu hayvancağızlar ama bugün hiç sesleri çıkmıyor. Bir iki tanesi etraftaki çöpleri karıştırmaya çalışıyor, belli ki acıkmışlar. Kış mevsimi herkese aynı zevki vermiyor olsa gerek. Yolumun bitmesine az kaldı, tıp fakültesi hastanesinin yokuşunu iner inmez varmış olurum yurda. Herkes minibüs bekliyor, hava soğuk, elleri kesecek kadar soğuk. Bir baba elinden tuttuğu ufacık erkek çocuğuyla beraber ıslanarak minibüsün gelmesini bekliyor. Çocuğun üstü incecik, kabahati babada arayamayız çünkü o da evladından farksız. Çenesi birbirine vuruyor ama gözleri ışıl ışıl bakan minik çocuğun neşesini kaçırmamak için midir babalık gururundan mıdır bilmem üşüdüğünü belli etmemek için elinden geleni yapıyor. Ama olmadı, çocuk üşüyor. Babasının pantolonuna asılarak üşüdüğünü söylüyor. Babası evvela tatlı sözlerle yatıştırmaya çalıştı ama olmadı. En nihayetinde dayanamadı, çıkardı üzerindeki ince ceketi, yavrusunun cılız kollarından geçirerek giydirdi. İncecik bir kazak var üzerinde şimdi yalnızca. İşte minibüs de geldi. Bugünlük bunca hüzün yeter bana. Sanırım artık kışı eskisi kadar sevmiyorum.