Wabi-Sabi kısaca, hayatın her alanında, hatta sanat ve tasarımda da, kusurları olduğu gibi kabul edip, sevmeyi esas alan bir Japon felsefesidir.
Wabi, sade şıklık anlamı taşırken, Sabi ise kusurlardan keyif almak demektir. Yani bir yandan kusurların kabulüne vurgu yapılırken bir taraftan da yalın olanın güzelliğine vurgu vardır.
Çünkü kusur olarak gördüğümüz pek çok şey aslında eşsiz bir güzelliğe sahiptir; otantiktir.
Bir objenin kırılması ya da eskimesi, bir insanın yaşlanması, cildinin kırışması, ahşap bir masanın zaman içinde yıpranması hayatın akışının doğal bir parçasıdır.
Kintsugi sanatı bu felsefenin en güzel örneklerinden biridir. Altın ya da gümüş tozuyla karıştırılan reçine ile kırık çanak çömlekleri tekrar bir araya getirme, onarma sanatıdır.
Kırılmanın aslında bir bozulma ve yokluğa gidiş değil, yeni bir varoluş biçimi olduğuna işaret eder.
Hatalı kısımlar yâda kusurlar saklanmaz; aksine altı çizilir. Kırılmış olmasının, yaşanmışlığının ona güzellik kattığına inanılır.
Hepimize dayatılan yapay güzellik algısı ve genç kalma takıntısından sıyrılmamıza yardımcı olur.
Kintsugi bize kusurların, çatlakların güzelliğini, tamir etmenin coşkusunu yeniden hatırlatıyor.
Rivayete göre Japonya’da bir imparator çok sevdiği vazosu kırılınca Çin’e gönderiyor, geldiğinde metal zımbaları görünce küplere biniyor. Japon zanaatkarlara, daha güzel bir yol bulmalarını istiyor. İşte 15. yüzyılda bu şekilde, ihtiyaçtan doğan bu sanat, günümüze kadar geliyor. Kin altın, Tsugi ise birleştirmek, yamamak demek. Kırıkların arasındaki altın, kırılmış olsa da, bozulmuş olsa da bir şeyin hâlâ değerli belki de olduğundan daha değerli olduğunu söylüyor. Kırık parçalara yeni bir yaşam, belki de bir yaşam gayesi kazandırıyorlar bu şekilde. Kusurlu olana, kırık olana yeni bir yaşam armağan ediyorlar. Kırıkların içindeki güzelliği buluyorlar. Kintsugi’nin amacı kırık vazonun yeni gibi görünmesi değil, kusurlarıyla güzelleşmesi, sizin bakış açınızın değişmesi. Yani aslında bir yeniden doğuş anlamı taşıması.
Önemli Kintsugi ustalarından biri şöyle diyor: “Kırık eşyadaki güzelliği tamir etmiyorsunuz. Oradaki güzellik, o nesneye nasıl baktığınızla ilgili. O kırık eşyadaki potansiyeli görebiliyoruz, normalde çöpe atılacak o eşyayı yeniden kullanıyor, yeniden doğmasını sağlıyoruz.”
Yaşlanmak da aynı şekilde bir yeniden doğuş, bazı şeylerin farkına varmak, kendini tanıyabilmek, olduğu gibi kabul edebilmektir.
Yaşlanmanın gençlikten farkı, yaşanmış tecrübelerdir. Yapılan hatalardan ders çıkarabilmektir. Aynı hataları tekrarlamamaktır. Gençlere karşı hoşgörülü ve anlayışlı olabilmektir.
Yaşlanmak, bir son değil yeniden doğuştur. Yaşadıklarının sana kattığı yüzündeki çizgilerdir, mimiklerdir. Saçlarındaki gümüşlerdir.
Hayatın sana verdiklerini olduğu gibi sükûnetle kabul edebilmektir.
Dolayısıyla herkes kendine has özel, biriciktir. Her insan kusurlarıyla güzeldir.