Öteden beridir aklımı kurcalar durur, kimdir şu yakışıklı prens?
Tehlike anından ortaya çıkan, öpücüğü ile prensesi hayata döndüren veya yüzyıldır mışıl mışıl uyuyan güzeli uyandıran, elindeki camdan ayakkabı ile külkedisini üvey annesinden ya da o uzun ve sırma saçlara dolana dolana kuleye tırmanıp sarışın güzeli kötü cadıdan kurtaran tek bir kişi midir yoksa? Kimliği meçhul, silueti silik o tek kişi.
Belki de onca büyülü dünya, sihirli yaratık ve güzel varlık arasında en zorudur bir prens bulmak. Bu yüzden de tüm masalların kurtarıcısı hep aynı beyaz at üstündeki aynı yakışıklı prenstir. Ve daima tam vaktinde yetişmekte, prensesi dertten-belâdan kurtarmakta, illâki onunla sonsuza dek mutlu yaşamakta, ardından da sonraki masala yollanmaktadır, olamaz mı?
Masalları severim ben. Hayal gücünün eşsiz hediyesidir insanlığa. Ümidin ümitsizliğe, iyinin kötülüğe, çirkinliğin güzelliğe, mucizenin imkânsıza galebe çaldığı, hikmetin sırlı perdelerin ardından kendini gösterdiği anlatılardır.
Buna rağmen yine de kendi kendime sormadan edemem: Kimdir şu yakışıklı prens? Prenses mi kurtarmaktır bütün işi? Eğer öyleyse onu kim kurtaracaktır?
Peki ya o prenses, başının çaresine bakmayı hiç mi öğrenemeyecektir?
Görünen o ki; canına tak eder de bir gün masalları dolaşmaktan vaz geçerse bizim Prens, ancak o vakit alabileceğiz cevaplarını bu soruların. O güne kadar yapılacak en iyi şey; hayalen de olsa daima bir yerlerden çıkıp gelen yakışıklı kurtarıcının keyfini sürmektir her halde.