“Her boşluk kendisini doldurur,” demişti bir defasında bir tanıdığım. Kibirli, emin, ders verir, öte yandan teselli eder bir havası vardı bunları söylerken.
Kelimelerin içerdiği anlamların arka plânında, daha derin başkalarını aramanın lüzumu yoktu. Ancak varlığının değerini hatırlatmak, mümkünse vurgulamak istediği de pek aşikârdı.
Şimdilerde nerede, ne yapıyor hiç fikrim yok. Ancak öylesine doğru gelmişti ki bana, belki onun bile unuttuğu bu sözler hep hatırımda kaldı. O günkü konuşmanın mahiyetini ise hatırlamıyorum. Muhtemelen, yerinin dolmayacağı sanılan kişiler, nesneler veya olaylarla ilgiliydi.
Geçen zaman içinde sıklıkla doğrulandığını gördüm bu görüşün. Üstelik her iki taraf için de. Giden gittiği, kalan kaldığı yerde rast geliyordu daha önce hiç rastlaşmadıklarıyla ya da farkına varmadıklarıyla.
Fakat bir şey daha tespit ettim: Gitmek ya da kalmak önemli değildi aslında. Ya da boşluğa düşmek ya da mahkûm etmek. Önemli olan tek şey; o boşluğun nasıl dolduğuydu. Yerine gelen her ne ise gideni ya da kalanı aratacak mıydı yoksa unutturacak mıydı?
Kısacası söylemek istediğim şu ki: Her boşluk gerçekten kendisini dolduruyor. Esas mesele, nasıl doldurduğu.
Peki ya siz hiç düşündünüz mü? Nasıl dolduruyorlar kendilerini sizin boşluklarınız?