BİLMEMEK DAHA MI İYİ/Ve dayatmalar
Bizler bazı beylik yargılara tabiiyizdir. Bu yargılar toplumun tabuları, bireysel sınırlandırmalar ve iç güdüsel olarak-en azından şimdilik- sınıflandırılabilirler.Bunlar zaman içerisinde kabullenelim yahut kabullenmeyelim – ki burda biliçli olup olmadığından bağımsız olduğunu vurgulamak niyetindeyim – bir takım genel kabullere dönüşür. Pırasanın kötü tatttığı, güzel resim çizemediğimiz, fırtınanın sinirli olması/korku uyadırması ( bk. dil idolü) gibi. Aslında Francıs Bacon, zihnimize yerleştirdiğimiz tüm bu tasarıları gruplandırarak “idol” adı altında pek güzel anlatıyor. Ben bugün bu kişisel idollerin öz bilinç gelişimde göz ardı edilemeyecek sınırlandırıcılı oluşundan söz edeceğim.
İnsan çok büyük bir potansiyeldir → içinde hemen her şey olma gücünü taşır. Kişinin kendisini oluştururken (mümkün olduğunu sadece varsayabileceğimiz )mükemmele(?!) yaklaşması, odaklandıklarıyla birinci dereceden ilgili olacaktır. ( Burada bahsettiğim mükemmelliğin kusursuz olması bakımından kusurunu içinde bulundurduğu gerçeğini yok saymak işleri basitleştirecek, bu mükemmellik hayranlık uyandıracak düzeyde ve salt olumlu özelliklerin bir karması olarak da düşünülebilir-klasik algı-.)
“ Kişinin kendisini oluştururken (mümkün olduğunu sadece varsayabileceğimiz) mükemmele(?!) yaklaşması, odaklandıklarıyla birinci dereceden ilgili olacaktır.” ı açmak gerekirse her birey yaşamı boyunca kendini keşfetme sürecindedir, dolayısıyla iyi- kötü pek çok özelliği olduğunu gözlemler, buna göre kendini tanımlar.
Kendini tanımlamak bir bilgisayar oyununda mayın tarlasında bulunmakla ilişkilendirilerek zihinde canlandırılsın ve oyun başlasın. Oyun başladığı vakit, kuralları bilelim ya da bilmeyelim herhalde her oyuncu yürümeye başlar. Çünkü bir başlangıç bir hareket gerektirir, durağanlığı bünyesinde reddeder. Her neyse, oyuna başladık ve yürüyoruz. Kimi zaman mayına denk geliyoruz ve patlıyoruz, her patladığımızda yaralanıyoruz ama ölmüyoruz çünkü oyunun süresi henüz dolmamış. Bir sürü mayın var ve biz patladıklarımızı sayamıyoruz, yürümeye ve patlamaya devam ediyoruz. Gelin görün ki, istediğimiz an aynamızı cebimizden çıkarabiliyoruz. O zaman yürürken patlayan,sayamadığımız mayınların yüzümüzü neye çevirdiğini görüyoruz. Zaten yaralanmıştık ama mayınların patladığı anlar kadar aynada gördüğümzü yüz, bizi dehşete düşürdü. O zaman irkildik.
Konumuzla ne mi ilgisi var? Klasik de bir bağdaştırma olarak düşünelim ki bu oyun hayatımız ve biz de o bilgisayar oyuncusuyuz. Oyun başladığı anda yürümeye yani yaşamaya mahkumuz. Mayınlar bizim kötü / eksikiliğinden muzdarip olduğumuz özelliklerimiz. Yürüdükçe yani yaşadıkça mayınlarla beraber patlamak durumundayız. Aynı hayatta olduğu gibi yara alıyoruz ama asıl dehşet, bunu keşfettiğimizde ve gerçeklik olarak kabul ettiğimizde yüzümüze çarpıyor ve sonrasındaysa çirkinleşen imajımızı benimsiyoruz. Oysa o yaralar, eğer hafızamıza kazımasaydık kapatılamaz değildi. Bir yargıyı gerçekliğe onları kabullenerek dönüştüren failler biz olduk. Örneğin özgüvensiz olduğumuz düşünüyorsak bile bunu kabul edip kendimizi özgüvensizlik sınırına kapatmamızın sebebi biz olduk. Çünkü bir insan öyle ya da böyle olduğunu bir takım deneyimlerle sabitlemeye ve genelleme çalışırsa öteki yanı -az ya da çok baskın ama mutlaka olan- bu düşüncesinin baskısından kurtulacağı varsa da kurtulamaz. Ying Yang gibidir insanın karakteri, her iki ucu da bünyesinde barındırır, bir tarafın ağır basıyor oluşu azınlığın dışlanıp yok sayılmasını gerektiremez. Eğer hep olumlu mükemmeli(!) istiyorsak, bunun için kendimiz hakkında olumsuz ithamlarda bulunmayı kesmeliyiz. İstemediğmiz özelliği tespit etmek bile engellenebildiği kadar engellenmeli ki insanı olup olmadığı belli olmayan kafasındaki istemediği beninden kurtarabilsin. İnsan çok büyük bir potansiyeldir. İnanın ben bunu gördüm. Her iki şey de olabilirsiniz. bir şey olamayacağınız yanılgısı saplantılı bir istenmeyen benlik oluşumundan farklı nasıl sonuçlanabilir?