Bu yazı sana, neyi neden yaptığın hakkında ipuçları gösterecek, o nedenle pratikte, hayatında değişimlere yol açabilir, bakış açını değiştirebilir. Yazmak sadece pasif bir eylem değil, evrenin akışına yön veren bir irade beyanıdır. Tıpkı yaratımın sadece bir söz ya da kelamla başlaması gibi…
OL!
90’lı yıllardan sonra geniş kitlelere yayılan ve popüler kültürde yer edinen simülasyon teorisi aslında bize bir şeyi hatırlatmak için zamanın ruhundan üflenmiş gibi… Hatırlamamız gereken şey; kendimizden kendimize giden yol, yani arayışımız.
Bir bebeğin doğumu için pek çok dilde “dünyaya gelmek” tabiri kullanılır. “Dünyaya geldi” dememizin altında aslında bir bilinçaltı mesaj yatıyor. Dünyaya bir yerden gelmiş olmamız gerek. Nereden geldiğimizi hatırlamıyor olmamız bir teknik hatadan değil aksine bilerek böyle “ayarlanmasından” kaynaklı. Maksat zaten nereden geldiğimizi hatırlamak ve oraya geri dönme çabası. Yaratımın formülü çok basit bir şekilde pek çok inanç sisteminde açıklanır: “Yaratan kendini görmek istedi.” Yaratan kelimesi yerine istediğiniz her şeyi koyabilirsiniz. Bu matematiksel bir formüldür. Yaratan yerine tanrı, evren, insan, ağaç, ruh vs. her şeyi koyabilirsiniz. Hepimiz aslında kim olduğumuzu görmeye / bulmaya çalışıyoruz
Çünkü gerçekte nasıl biri olduğumuzu bilmiyoruz!
Sokağa çıkıp insanlara bir mikrofon uzatsak ve siz hırsızlık yapar mısınız diye sorsak hak verirsiniz ki hemen hemen herkes “yapmam tabi ki ne münasebet” diyeceklerdir. Peki bunu nereden biliyoruz? Gerçekten hırsızlık yapabileceğimiz bir durumun içinde kaldık mı, izi sürülemeyecek bir parayla aynı ortamda baş başa kaldık mı, yolda bulduğumuz bir parayı cebimize kattık mı ya da sınırlarımızı ne kadar biliyoruz? Hangi noktaya kadar hırsızlık yapmayız, hangi noktaya kadar erdemlerimizi koruyabiliriz, gerçekten sizi zorlayacak bir durumda kaldınız mı ki asla hırsızlık yapmam diyebiliyorsunuz?
Evrende her şey formülize edilebilir. O nedenle semantik ya da etimoloji aslında bilinçaltının matematiğidir. Dile hakim biri matematiğe ve evren bilimine de hakimdir. Hırsızlık yerine istediğiniz şeyi koyabilirsiniz. Neyi yapıp neyi asla yapmayacağınızı aslında denemeden bilemezsiniz. Peki denemediği halde “ben asla şu eylemi yapmam” diyen kimdir? İşte bunu söyleyenin pek çok adı var: ego, nefs, maya, gölge, maske… Ego toplumun kollektif bilincinin oluşturduğu değer yargılarına göre kodlanmıştır o nedenle egonun ne söyleyeceğini önceden tahmin etmek olasıdır. Sadece bireyin içinde yaşadığı toplumun algoritmasını çözmek yeterlidir. Mesela günümüzün cumhurbaşkanının bazı koşullar ve konular karşısında ne diyeceğini önceden tahmin edebiliyoruz. Kesin şu açıklamayı yapar diyoruz ve onu söylüyor. Çünkü o ve ekibi toplumsal algoritmayı aynı hitler gibi çözdüğü için insanları kelimelerle manipüle edebiliyor. O çok korktuğumuz, aşmaya çalıştığımız ego ya da nefs aslında bu kadar da kolay manipüle edilebiliyor çünkü hareketleri önceden kestirilebilen bir kurallar bütününe bağlı. Fakat söz konusu bilinç dışı yani toplumsal normların ötesindeki öz benliğimiz olduğunda işler değişiyor.
Hiç evde yalnız başınayken çırılçıplak soyunup dans ettin mi? Ya da hiçbir amacı olmayan şeyler yaptın mı? Belki de komşuyu dikizledin pencereden ya da yasalara göre suç olan ama kimseye zarar vermeyen bir eylemde bulunup yakalanmadın. Tüm bu ve benzeri şeyler senin yapay olamayan, kodlanmamış benliğinden gelen eylemler. Bu eylemler öncede tahmin edilemeyen, neden yaptığını bilmediğin ve yaparken kendine çok şaşırıp, belki gerilip bir yandan da garip bir haz aldığın şeyler… Belki toplumun kötü dediği şeyler ama yine de yaptın.
Çünkü özün, bu dünyaya gelen benliğin iyi ya da kötü diye bir ayrımın olmadığını, bunun bir sihirbaz illüzyonu olduğunu biliyor. Sadece yaratım, eylem ve OLuş var. Sadece bir şeyleri yapmak ve zamanın onları alıp götürmesini seyretmek var. Sanki bir şey arıyoruz ve onu bulmak için her şeyi deniyor gibiyiz. Denenen her şey bizi bize biraz daha yaklaştırıyor, arayışın alanını daraltıyor ve bu daralmanın aksine kendi sınırlarımızı genişletiyor.
Ne kadar iler gidebilirisin? Neler yapabilirsin? Aslında sen kimsin?
Küçükken en sevdiğim çizgi filmlerden biri “Maske” idi. Blogu takip eden okurlar Jim Carrey hayranlığımı biliyorlar. Jim Carrey “The Mask” filminde de rol aldı, zaten ondan başkası da oynayamazdı. Maske çizgi filminde adam maskeyi takmadan önce toplumun kurallarına uyan, ön görülebilir davranışlar sergileyen, “sıradan” biri iken maskeyi takınca bilinçaltı devreye geçiyor ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan şeyler yapıyordu. Maske ya da bilinçaltı denilen kavramlar aslında öz benliğimizin yani bu dünyaya gelmeden önceki varlığımzın bir alegorisi. Ezoterizm ya da kişisel gelişimle ilgili kaynakları takip eden okurlar bazı kaynaklarda neden özellikle bilinçaltına vurgu yapıldığını merak etmişlerdir. Bilinçaltı deyince aklımıza ego, hayvani güdüler gelir. Bu bir noktaya kadar doğru da olsa aslında psikoloji biliminin de yadsımadığı bir gerçektir ki, bilinçaltı gerçek benliğe açılan kapıdır. Yani o yaptığınız saçma davranışlar, toplumsal normlara uymayan sıradışı hayal gücünüz, neden yaptığınızı bilmediğiniz şeyler bilinçaltının kapıları açıldığında gerçekleşiyor ve asıl kaynakları yaratımın ilk anında ortaya çıkan enerji.
İyi ya da kötü gibi kavramların bir çubuğun iki ucundan ibaret olduğunu, çubuğun tek olduğunu geçmiş yazılarımda aktarmaya çalışmıştım. İdrak etmesi güç ama katil diye adlandırdığımız kişi de yaratımdan çıkagelen bir sonuç. Yaratımın tek amacı olası her şeyi simule ederek kendini açığa çıkartmak ve kendini gerçekleştirmek / kendini görmektir. O nedenle hiç aslında bizim tipimiz olmayan birin aşık olur, acı çeker, asla yapmam dediğimiz şeyleri yapar ve kendi sınırlarımızı zorlarız. Tüm bunları yaparken içsel amacımız kendimizi ortaya koymaktır. Maslow’un hiyeraşiler piramidinde en üstte “kendini gerçekleştirmek” olgusunun yatması da bu sebeptendir. Kendini gerçekleştirmek; gerçekte kim olduğunu görmek ve yaratılış sisteminin seni neyi görmek için yarattığını bilmektir.
Kendinden kendine giden yol biraz da neyi seçtiğinle ilgilidir. Seçimlerinle yolunu çizer ve kendine varırsın ya da kendinden uzaklaşır, o meşhur herkesin hissettiği boşluğa düşersin. Kendinden uzaklaştıkça toplumsal algoritma içerisinde ön görülebilir davranışlar sergiler ve “normal” biri olursun. ÖZ’üne yaklaşman demek illa ki toplumsal normlardan uzaklaşmak ve “anormal” olmak değildir ama sana kodlanan şeyleri aşmadıkça gerçekte kim olduğunu öğrenemezsin. Bir azize, peygamber ya da sadist olabilirsin. İçindeki benliklerin farkında olmak yeterlidir. Onları gerçekleştirmek zorunda değilsin.
Kendinden kendine yol uzun ama solucan delikleri zamanı ve mekanı bükmek için varlar. Bu yazı da zamanın ötesinden size bir solucan deliği açsın.
İyi yolculuklar.