Kendin Ol Dayatması ve Doğal Davran Saçmalığı Üzerine

Kendinden, rahatsızlık verecek derecede emin, radikal ve oldukça da sert bir başlık seçtim, entelektüel tutuma uzak gibi duruyor farkındayım ancak okuru rahatsız etmeyi seven, fikirleriyle okuru rahatsız eden düşünürleri okumaya öncelik gösteren bir yapım var. Eğer bir şey okuyorsanız ve içerisinde sizi sarsacak en ufak bir şey bile olmadan o okuduğunuz şeyi tükettiyseniz, esasında hali hazırda size empoze edilen şeyleri onaylayan, onları ürkütmeyen ve sizi harekete geçirecek hiçbir değerli şeye denk gelmediğiniz bir metni okumuşsunuz demektir. Evet empoze edilen dedim çünkü hiçbirimiz sıfırdan düşünüp bir şeyleri anlamaya çalışmıyoruz. Hali hazırda bizim yerimize düşünmüş ve nasıl yapmamız, nasıl yaşamamız gerektiği çoktan fikir kırıntıları halinde zihnimize işlenmiştir bile.

Bir ineğin, kedinin ya da arının kendisi gibi olması üzerine konuşabiliriz. Çünkü onlara evrimsel süreç gibi büyük ölçekli bir perspektifle bakmadığımız sürece, çok fazla değişmediklerini görüyoruz. Aşağı yukarı refleksleri, olaylara vereceği tepkiler bellidir. Bir özleri var denilebilir bu doğrultuda çünkü bir eşeğin on nesil öncesine kadar bile gitsek, aralarından öyle büyük bir sapma yaşamış, bambaşka bir hayat tarzı yaşamayı seçmiş eşek bulamayız diye düşünüyorum. Oysa insan öyle değildir, çünkü biz insanlar sadece bizi harekete geçiren iç güdülerimizden, bedensel isteklerimizden ibaret değiliz. Düşünebiliyoruz ve bu doğrultuda bambaşka davranışlar geliştirerek, belli bir özden söz edilmesini zorlaştırıyoruz. Varoluşçu doktrine aşina olanlar nereye varmak istediğimi anlamışlardır bile.

Birinci çıkarım, insanın, insan dışındaki diğer her şey gibi durağan ve kolayca seçilebilir bir özü yoktur.

Kendin ol sözünden ne anlamalıyız? Kendi içimizden gelen her şeye kulak verip, o doğrultuda hareket etmemiz gerektiğini mi? Eğer öyleyse ders esnasında acıkan bir öğrenci, düzeni bozma pahasına çıkıp yemek yemeye mi gitmesi gerekiyor?  Hayır kendin olmak sadece iç güdülere ve bedensel isteklere rivayet etmek demek değildir. İsteklerin yanında aklını da kullanmalı deniliyorsa eğer, bu öğrencinin aklını kullanırken dayanacağı şeyler, (kurallar, örnekler, öğütler, dayatmalar vb.) büyük ihtimalle kendisine bile ait olmayan, başkalarının doğruları olacaktır.

Verdiğimiz kararların çok ama çok büyük bir kısmı, bize aitmiş gibi görünen ancak temeline inildiğinde başkalarının yönlendirmesi, topluma sinmiş fikir kırıntılarının etkisiyle alınmış kararlardır. Çünkü birinci olarak düşünmek zor ve acı verici bir eylemdir,  ikinci olarak ise, toplumca onaylanmış bir yol izlenmediğinde karşımıza çıkacak sorunlar, tamamı ile kendi başımıza açmış olduğumuz, kendi sorumluluğumuzda olan şeyler olacağı için, bizi durduran korkularımızdır. Evet kendi başına hareket etmek, kısaca özgür olmak beraberinde büyük bir sorumluluk da almayı gerektirir. Özgürlük, çok güzel, istenilen ve mükemmel bir şeymiş gibi herkesin ağzında olmakla beraber, pek azımız onu gerçekten de isteyip, hayatımıza sokarız. Annemizi, babamızı, bakkal amcamızı, apartmanımızda oturan ayşe teyzemizi dinlemek, onlardan onay alarak bir şeyi gerçekleştirmek, sonrasında çıkabilecek kötü sonuçlar için mızmızlanabileceğimiz otoritelerimizin olması açısından bizi rahatlatan ancak bu rahatlamanın bedeli olarak da özgürlüğümüzü alan bir davranış biçimidir. Toplumun yüzde 95’i böyledir, çoğu zaman ben de dahil.

İkinci çıkarım, insan, kendi içinde bir öz aramaya koyulduğu vakit, orada başkalarının kırıntıları dışında bir şey bulamaz, bu doğrultuda kendin ol! düsturuyla kendisi olmaya kalkarsa, esasında olacağı şey kendisi değil, başka istençlerin bir kuklası olmasıdır.

O halde kızdığım noktaya gelebilirim. İnsan olmak bir süreçtir ve bu süreç, her birimizin teker teker kendi içlerimizde yaşamamız gereken bir yolculuktur. Oldukça acı verici ve yalnızlaştırıcı bir yolculuktur bu, her insanın başa çıkabileceği türden bir şey değildir. Acı dolu bir yoldur çünkü düşünme yoluyla oluşan farkındalığı, başka zihinlerde görememeniz sizi yalnızlaştırır. Bu yolculuk sürecinde, düşünceleriniz oturmaya başlar. Önce kendinizi ikna edersiniz. Özgürlüğü arzular ve özgürlüğün kardeşi olan sorumluluğu kabullenirsiniz, ardından bu davranışlarınıza yansımaya başlar, en sonunda da kendi başınıza acılarla yoğurarak oluşturduğunuz yapı, kişiliğinize dönmeye başlar. İşte tam da bu süreçlerden sonra ancak kendiniz olabilirsiniz, çünkü artık kendiniz dediğiniz şeyi yine kendi başınıza oluşturmayı başarmışsınızdır. 

Tabi hayat devam ettiği sürece insan hiçbir zaman “tamam artık ben oldum!” diyemez, bu süreç siz ölene kadar hep işler, ve kendin ol düsturu, bu süreci yaşamakta olan insan için bile hala sorunlu bir yapıdır. Bu nedenle iyi niyetle bile olsa, kendin ol söylemi hep yüzümde buruk bir tebessüm oluşturur çünkü çoğu şey gibi derinlemesine düşünülmeden, sloganvari bir şekilde söylenir. Bu yazıdan sonra sizde de buruk bir tebessüm olması dileğiyle.

Alaskan Crab
"Müziğin sesini duymayanlar, dans edenleri deli sanıyor." Nietzsche
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Ropdöşambır, Hulusi Kentmen ve Özentilik
Sonraki
GALATASARAY’DA TEMİZ ELLER OPERASYONU?

GALATASARAY’DA TEMİZ ELLER OPERASYONU?

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.