-Anne ya uyandırma uyuyacağım bugün pazar
-Kızım gün bitti haydi kalk kahvaltı hazır.
Mutfaktan gelen mis gibi balık ekmek kokuları kardeşimin gijoe oyuncaklarını birbiriyle çarpıştırırken çıkardığı ”duf -duf” diye seslerle renklenirken(!) aynı zamanda ”Ben Ninja Turtlesın yeni çıkanlarından istiyorum” yakarmalarıyla karışır, bir anda aklıma saatin çoktan 10.00 olabilmiş olması ihtimali gelir ve Alf’i kaçırmamak için kendimi televizyonun önünde bulurdum. Hayattı, eğlenceydi, komediydi, yıllarca devam edip de hiç bıktırmayandı; her yeni bölümde yeni heyecanlardı. Candı Alf.
Kahvaltıdan sonra lanet ödev saati gelirdi ama kendini mesleğine adamış bir Türkçe öğretmeninin kızının böyle yakınma lüksleri yoktu. O ödevler o güzel defterlere o rengarenk kalemlerle tam zamanında muntazam bir şekilde yapılacaktı.. Hay aksi 05 ucum bitti gidip nereden alacağım pazar pazar. Başka kalemle yazılamazdı çünkü tombow 2B-05 uç olacaktı muhakkak.
Akşam üstü 3-4 sularında anlamsız bir baş dönmesi ve mide bulantısı peşinden gelen sarsıcı huzursuzluklar ve kendimi ”Anne kendimi çok kötü hissediyorum benim kötü hislerim geldi” diye annemin yanında bulmam yani günümüzün diliyle Pazartesi sendromu dibine kadar yaşardık be.
Yıllarca adını koyamadım gözünü sevdiğimin kapitalizmi onu da ondan öğrendik çok şükür. Annem benimle mi uğraşsın ödevlerini yapmayan kardeşimle mi yoksa babamla mı ne büyük meslekmiş annelik şimdi daha iyi anlıyorum.
Önlüğümün yakaları muhakkak bembeyaz kolalı olurdu (ilkokulda o siyah önlükleri giyen son nesildik sanırım) yaz ise rugan tokalı siyah parlak ayakkabıların içine kısa beyaz dantelleri tokalardan sarkan çoraplar.Ortaokul lisede tabi yerini formalar aldı ve altına dizaltı havalı baklava desenli çoraplar. Gömlekler ise lacoste amblemli muhakkak (bazıları çakma olsa da).
Pazar akşamları bir Türkiye ritüeli Bizimkiler saat 21.00’de akşam haberlerinden sonra. Yani aslında zamanında belki de insanlık için Pazar gününün güzel geçmesi için her şey düşünülmüştü. Ama onu o zamanlarda düşünemeyen ve şimdi ah ah diyen bizdik. Sevim koş katiller geldi diyen Cemil beyin heyecanı, Geldik Sayın abim diye Sabri beyle katilin atışmaları, bize yıllarca gönüllü Almanca dersi veren dunkof ve ailesi, klasik müziği ilk onların evinde duyup yıllarca her çeşidini dinlediğimiz başkahraman Ali, kapıcı Cafer ve diğerleri. Ne güzeldiniz siz ne özeldiniz.
“Sev dünyayı açılır her kapı işte Susam sokağı…” duyuluyorsa eğer, eve dönmüş oluyordum okuldan.
Ardından yıllar Cesur ve Güzel, Hayat Ağacı, Zenginler de ağlar, Mavi Ay, Pazar Gecesi Parliament Sinema Kulübü, Kara Şimşek, Cosby ailesi, Tatlı Cadı, Yalan Rüzgarı (hayatımıza her türlü abuk subuk ilişkiyi sokan yegane başyapıt bunun için ABD’ne ayrıca teşekkür ediyorum), Altın Kızlar, Manuela ve Isabel vs…
Barbie bebeklerim, Aslan Kral, Ninja Turtles, Jurassic Park, her özel günde üşenmeden mektup yazmak, penfriend dediğimiz arkadaşlık tipi, 23 nisanlarda yabancı ülkeden bize gelen konuk kardeşlerimiz onları evimizde ağırlamamız, evde kutladığımız saçma sapan doğum günü partileri, buz mavisi kot, jile elbise, Uğur Dündar’ın tüm kötüleri yerlerinde basması, Savaş Ay ve A takımı, karikatüristlerin siyasileri ti’ye alan karikatürler çizdiği dönemler, Süper Baba, Perihan abla, Temel ile Fadime, Beverly Hills 90210, tuttuğumuz günlükler, arkadaşlarımıza hakkımızda ne düşündüklerini öğrenmek için zorla yaptığımız anketler ve boş bırakmadığımız hatıra defterleri, meybuzlar, yaz gelince panda dondurmaya kavuşmanın heyecanı, arkadaşlarımızla birbirimizin evinde kalmak için bizimkilere döktüğüm diller, cep telefonu yokken küçük mesaj bırakma aleti ile bir noyu arayıp baba bizi ara demek ve onun da mesaj olarak ona gitmesi,servis arkadaşlıkları, her yılbaşında arkadaşlarımla muhakkak birbirimize hediyeler almak, yerli malı haftası… Daha niceleri…
Nerdesiniz????
Ne güzeldiniz…
İyi ki de yaşadık. Ne de güzel yaşadık…