Dedesinden yadigar kalan üzerini örümcek ağları örmüş ahşap kayığı ardiyede gördüğünden bu yana onunla denize açılmayı, sakince balık tutmayı kafasına koymuştu. Ve o gün geldi. Tüm malzemelerini dünden hazırlamıştı. Çantası hazır bir şekilde yola koyulmayı bekliyordu. Kayığın sağlam olduğundan emin olmasa dahi kayığı binbir güçlükle kapının önüne çıkarmayı başardı.
Meşeden yapılmış, yer yer çöküntüleri olan kayığın her yerini incelemeye başladı. Önemli bir hasarı yoktu. Suyun üstüne çıkarınca da içine su sızıp sızmadığını anlayacaktı. En büyük korkusu buydu. Ya bunca hevesine rağmen sırf küçük bir pürüz yüzünden balığa çıkamazsa!
Deniz kıyısında yıllardır yaşamasına rağmen küçükken dedesiyle balığa çıkması dışında hiç balığa çıkmamıştı. Dedesiyle çıktığı küçük seferlerde inanılmaz mutlu olduğunu hatırlıyordu. Ama o gittiğinden beri hiç isteği olmamıştı. O zamanlardan hatırladıklarını yapmaya çalışıyordu.
Evinden hemen üç yüz metre ileriden denize açılacaktı. Kayığın altına kolay götürmesi için yine ardiyede bulduğu bir tekeri patlak römorku yerleştirdi. Çekmesi epey zor olsa da kıyıya kadar getirdi. Kayığı direkt suya doğru sürdü. Arkasındaki halatı, yan tarafa, kaçmasın diye bağladı. İçinde korku vardı, kayık su alacak mıydı? Yanda son hazırlıklarını yaparken gözünün bir ucuyla da kayığı gözlüyordu.
Yeleğini sırtına, şapkasını da kafasına geçirdi. Hava güzel gözükse de ne olacağı belli olmazdı. Dedesi her zaman her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söylerdi. “Aldanma güneşe, güzel havaya bir bakmışsın sert rüzgarla hırçın dalgalarla baş başa kalmışsın, aman!” derdi. Kovasını, oltasını, yemlerini attı kayığın içine. Paçalarının ıslanmasını umursamıyordu. Kendine ekmek arası bir şeyler hazırlamıştı akşamdan, atıştırmalıklarını ve suyunu kontrol etti sonra çantayı fırlattı kayığın içine.
Bu zamana kadar kayık su almadıysa daha da bir şey olmaz diye düşündü. Kayığa tam atlayacakken silinmekte olan yazıyı fark etti. Kayığın burun tarafında hemen denize dokunduğu yerin az yukarısında büyük harflerle “GÜZELİM” yazıyordu. Duygulandı, ninesini hiç görmemişti ve dedesi onu anlatırken hep “Güzelim” diye anlatırdı, sonra da o yaştaki adamdan hiç beklenmeyen bir gülümseme suratına otururdu. Döndüğünde mutlaka bu yadigarı yenileyecekti.
Kıyıdan epeyce ilerlemişti. Kollarını dinlendirmesi gerekiyordu artık, uzun zamandır kollarını bu kadar kullanmamıştı. Çevresine bakındı, deniz alabildiğince maviydi. Hafiften bir esinti vücuduna çarpıyordu. Gökyüzünde süzülen martıların seslerine kulak verdi. Gökyüzü ve deniz ileride birleşiyordu. Ayrımını yapmak neredeyse imkansızdı. Eşsiz manzaranın keyfini kısa bir süre çıkardı.
Dedesiyle balığa çıktığı zamanlar sürekli aklına geliyordu. Bunca zaman neden çıkmadığına hayıflanıyordu. Bir keresinde kayığın uç kısmına ufakça bir martı konmuştu. Anlamsızca ciyaklıyordu. Ona bakıyor ve sevmek istiyordu. Hamle yaptığında dedesi tutmuştu omzundan: “Yaklaşırsan kaçar evladım, uzaktan güzelce seyret. Bak ne de güzel gözleri var.” demiş sonra da tuttuğu balıktan fırlatmıştı ona doğru. Hemen yakalayıp tek hamlede mideye indirdikten sonra kanatlarını açıp teşekkür edercesine çığlığını atıp havalanmıştı, martı. Bir süre sonra gözden kaybolunca ağlayıp dedesine dönüp: “Gitti dede, gelmeyecek mi bir daha?” diye sormuştu. Dedesi gözyaşlarını başparmağıyla sildikten sonra “Merak etme evladım martı sevdiği denizden asla vazgeçmez, gelir yine.” demişti. O yaşta anlamamış ileriyi göstererek “Bak gelmiyor!” deyip ağlamaya devam etmişti.
Gücünü toparladıktan sonra ilerlemeye devam etti. Balıklar için en uygun yeri bulmak istiyordu. Arkasına dönüp baktı, kıyı neredeyse gözükmüyordu. Şapkasına hafiften vurup alnındaki teri eliyle sildikten sonra güneşe doğru baktı. Burası uygun olmalıydı. Kürekleri yavaşça bıraktı. Oltasını çıkardı, yemi dikkatlice ucuna geçirdikten sonra oltayı atabildiği kadar ileriye attı ve beklemeye başladı. Kovasını denize daldırıp yarısına kadar suyu doldurdu. Yakaladığı tüm balıkları içine atacaktı. Ama en son tekrar denize bırakacaktı. Dedesi olsa kulaklarını çekerdi. Bir keresinde balıkları yiyeceklerini öğrendiğinde kovayı denize dökmeye çalışmıştı da dedesi son anda fark edip engel olmuştu. Şimdi onu tutacak dedesi yoktu, gönül rahatlığıyla özgürlüklerine onları geri bırakacaktı.
Oltadan henüz hiç hareket gelmiyordu. Oltayı sabitledikten sonra bu güzel esintide biraz kestirmeyi düşündü. Kayıkta kendine yer açtıktan sonra çantasını başının arkasına aldı ayaklarını uzattı rahatsızca, şapkasını suratına indirip kestirmeye başladı.
Kayığın şiddetle sallanmasından dolayı aniden yerinden fırladı. Korkuyla etrafa bakındı. Kayık dalgalardan neredeyse alabora olacaktı. İlk önce vücuduyla dengeyi sağlamaya çalıştı sonra durumu algılamaya. Biraz önce tepeden etrafına ısısını, ışığını yollayan güneş bulutların arkasında saklanıyordu. Bulutlar gökyüzünü kaplamış inceden yağmuru serpiştirmeye başlamıştı. Sakin deniz kendini hırçın büyükçe dalgalara bırakmış, hafif esinti kendini sert rüzgara teslim etmişti.
Kendisine geldiği anda oltasına doğru yöneldi ama yerinde yeller esiyordu. Tutturduğu yerden fırlamış çoktan derinlerde kendine yer bulmuş olmalıydı. Su dolu kovası devrilmiş, kayık zemininde inceden sular birikmişti. Kayıkta delik olmamasını tüm benliğiyle diliyordu. Kürekler sabitti, onları görünce derin bir iç çekti. Biriken suyu dışarıya atmaya çalıştı ve artık acilen dönmeliydi.
Ama ne tarafa doğru? Gözünün alabildiğine mavilik dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Kıyıyı hiçbir şekilde göremedi. Sanki üzerine bulut çökmüş gibiydi. Ne tarafa gideceğini bilmiyor, kıyının nerede kaldığını algılayamıyordu. Elini cebine attı, hemen yardım çağırmalıydı lakin telefonu bulunduğu yerde çekmiyordu. Kim bilir neredeydi şu an, en yakın insan fersahlarca uzakta olmalıydı.
Kayık rüzgarın ve dalgaların etkisinde sallanarak ilerliyordu. Nereye gittiğinden bihaberdi. Fırtına ve yağmur şiddetini arttırmaya başladı. Şapkası kafasından uçtu gitti. Onu merak edecek kimse, herhangi bir bekleyeni de yoktu. Dedesi öldüğünden beri hayatta yapayalnız kalmıştı. Sokakta kaçarak selam verenler dışında tanıdığı insan sayısı bile sayılıydı. Burada boğularak ölecekti. Çok büyük bir korku sardı bedenini. Onun yokluğunu kim fark edecek de yardım edecekti?
Muhtemelen kıyıya vurmuş cesedini günler sonra bulacaklardı. Ah yazık vah yazık diyerek tanımadıkları bu bedene güzellemeler yapacaklardı. Genç yaşında ne hale gelmiş diyecekler, ismi minarede bir iki kere yankılandıktan sonra onu kimsesizlerin bulunduğu yere gömeceklerdi. Sonra da sonsuza dek unutulacaktı. Onu hatırlayan bir insan bile kalmayacaktı.
İnceden bir acı gülümseme aldı suratını. Onu belki de o al yanaklı utangaç kız hatırlardı. Ah o gözlerinde hayat taşıyan, mutluluğu iki dudağının arasında saklayan kız… Hatırlar mıydı gerçekten? Birbirleriyle çekingen selamlaşmaları dışında hiç konuşmamışlardı. Yolda birbirlerini görünce ikisi de utanarak kaçarcasına birbirlerine selam verirler, sonra da kızaran gülümsemeleriyle oradan hızlıca uzaklaşırlardı. Ah o saçları alev alev yanan, tenini yıldızın parıltısından alan kız… Hatırlardı değil mi? Yoksa neden ona öyle amansızca gülümsesin ki, yoksa neden gülümserken gözleri yerini adeta ince bir çizgiye bıraksın ve ona mutluluk saçsın ki… İnsan insana öyle bakar mı, ne kadar insafsızca.
Güzel hayalinden kayığın sallantısıyla az kalsın düşecekken çıktı. Kendine acımayı bırakıp toparlanmalıydı. Bir çözüm bulmalıydı. Etrafına gözlerini kısarak baktı. Kıyıya benzer hiçbir şey göremiyordu. Bu ölüm korkusu onda bazı uyanışlara yol açacaktı. Eğer buradan kurtulursa eskisi gibi birisi olmayacaktı.
İnsanlara daha çok selam verip muhabbet edecekti. Arkadaş olacaktı. Oturacak onlarla zamanını paylaşacak, anılar biriktirecekti. En az bir tanesini dostu yapacak, onun tüm dertlerini dinleyip çözümler bulacaktı öyle baştan savma da değil. Ona en derin dertlerini anlatacak, insanları daha çok sevecek, onu terk eden, dedesiyle baş başa bırakan annesini bulacaktı. Önce ona hesap soracak sonra tek sözüne affedip her şeyi unutup boynuna atlayacaktı. Çok sıkı sarılacak, onu terk etme sebebi ne olursa olsun unutacaktı hemen.
Ve o yonca buruna, nar dudaklara, bal gözlere sahip kıza koşacaktı. Ona onu sevdiğini söyleyecek, onunla ömür boyu mutlu olmayı isteyecekti. Hiç çekinmeden yüzüne karşı tüm içini dökecekti. Yanından geçerken yeterince alamadığı eşsiz kokusunu tüm gücüyle içine çekecek, pamuk yanaklarını avucunun içine alıp bir buse konduracaktı.
Bir yön seçmeliydi. Bunları gerçekleştirmesi için buradan kurtulmalıydı ilkin. Artık yeni başlangıç yapacaktı. Yeni birisiydi artık, planları da ileridekilerdi. Kayıkta ayağa kalktı. İki ayağını yana doğru açıp sallanan kayığı dengede tutmaya çalışıyordu. Son kez arkasında dönüp baktı. Kıyı belki de o taraftaydı ama önemli değildi onun için. Geride kalanlar artık eski onu beklememeliydiler zaten bekleyen pek kimse yoktu. Sonra döndü önüne, kararını verdi. Dosdoğru ileriye doğru gidecekti. Arkadaki herkesi, geçmişini, eski onu bıraktı geride, onun için önemli olan ileridekilerdi artık ve yeni o.
İçine derin bir huzur doldu, artık daha farklı bakıyordu gözleri ileriye doğru.