KAYBEDİLDİKÇE BULUNAN BİR BEN

Birinden kaçmak için koşuyor sanıyorlardı çevrede şaşkın gözlerle onu izleyenler. Ayakları zihninin kontrolünde olmadan hareket etmeye başlamıştı çoktan. Kaybettiği sadece bedeninin kontrolü değildi, umutsuzluk denizinde kaybettiği ölü deniz yıldızlarını arıyordu benliğinde sessizce. Kimse sormadı, soramadı koşuşundaki yalnızlık kederini, sessizliğine bir şarkı tutturmuştu, adımları bir koronun uyumuyla çalışıyor gibiydi. Sakladığı şeylerin bulunamayacağının bilincinde değildi çünkü saklayan o olsa da unutkanlık hapishanesinin tutsağı olduğunu bilmiyordu. Kendisi için önemli olan her şeyi bir sandıkta saklasa da anahtar kendi bilincinde pas tutup kırılmıştı çoktan.

Neyi, kimden, ne zaman saklamıştı? Hangi günlük kaygı içinde kaybolacağını şaşırmış hayallerini korumak için koşuyordu kimi zaman. Ayaklarının altından kayan dünyanın hüznünü kimsesiz bir sokağın gürültülü anılarına bırakıp yeni bir dünyanın kapısını araladı. Ancak şimdi o anlardan biri değildi, bilinçsizliğin bilincini fark etmişti bu vücudunda garip bir ürpertiye sebep oldu, soğuk bir havanın sıcağa sevdasını anladı o zaman. Durdu. Kalabalık çok arkasında kalmıştı, dünya hala sokaklardan ve karabasanların yönettiği saraylardan oluşuyordu, kaçamamıştı. Düşleri altında ezilmemek için soluk almasına gerek olduğunu düşünmüştü, gerekliliği sorgulanır bir ihtiyacın varlığı saçma gelse de yaşaması için bir zorunluluktu bu. Çok gerekli yaşamların çok temel ihtiyaçlarından bazıları bunlar. Tam koşmaya tekrar başlamak için ayaklarını öğrenilmiş adımları atmasına izin vermek üzereyken yapamadı. 

Sanki aniden doğa üstü bir güç tarafından tüm yaşama gücü elinden alınmıştı. Olduğu yerde yığıldı, saklı bir gerçeğin gölgesine sığınarak kimsesiz bir duvar kenarına sığındı. Hangi belirsiz acının pençesinde kanadığını fark etmişti. Geçmiş ve geleceğin şimdiyi baskıladığı bilinç altında yaşanmış anıların etkisi altında eziliyordu. Ne bir şimdisi kalmıştı ne de her zaman anlattıkları geçmişini bilerek yaşatacağı bir geleceği. Söyleyemedikleri, gördükleri ve kimsenin duymaması gereken kırgın sözlerin saplandığı kanayan kalbinin sınırını aşan bir tufanın gözlerine doğru olan yolculuğunu duramadı. Buna ağlamak denemezdi. Daha çok onun yaşadığı, dayanamamanın kederini akıtmaktı. 

Dizlerini küçülmek isteyen ya da yok olmayı bekleyen bir çocuğun çaresizliğiyle çekti kendine. Yorgun başı dermansız dizlerine düşerken durdurmak istediği hatta dünyanın sonun kadar akmasını istediği göz yaşları içinde huzuru hissetti. Yılların huzursuzluğun içinde kanat çırpan yüreğinin özgürlüğüne ‘merhaba’ dedi. Huzursuz bir zihnin mutlu gözyaşlarını taşıyordu günün sonuna.

Anlamak için uğraşırken anlaşılamamanın haksız adaletini öldürmek istiyordu. Tek vahşi duygusu, duygusallığın öldüğü bir dünyada düşüncelerin tabusallaştığı zihinlerin oluşumuna karşıydı. Bir hiç uğruna ölen bedenlerin sığ zihinlerin acınası acıma duygusuna karşı sadece tiksinti duyuyordu. Bu yüzdendi insanlıktan kaçışı. Bencilliğin egemenliğinde sevginin sonsuzluğunu bulamamıştı. Hıçkırdığını fark etmeden akıyordu gözyaşları. Bir anda savunmasız bir çocuğun sevgisiz kalmış kalbini taşıdığını düşündü. Bazen sesi çıksa da manası derin düşünceleri anlatmaya yetmediğini fark etmişti, hıçkırığında boğulmak istercesine çıkan seslerde anlatmak istediklerini sözcüklerden daha iyi anlattı. Duyan sadece bulanık zihninin esir duyguları olsa da kendine anlatıyordu kendisini, görünen dünya ile görünmeyen dünyası arasında oluşan bir köprünün kurulduğunu duyumsuyordu. 

Çaresizliği, hayat karşısındaki silahını indirmesine izin veremezdi. Çünkü tek bir dünyanın yaşanacağının bilincine vardığı andan beri geçmişin azraili ile anlaşmasını yapmıştı. Yaşamın korkusuz öznesi olamasa da yaşların büyüttüğü benliğini koruyacaktı.

Halsiz bedenine hükmetme peşinde olan kafasını kendisinin bile şaşırdığı bir şekilde, zamana meydan okuyacak yavaşlıkta kaldırdı; sırtını yasladığı duvara yasladı. Anılarının tek çıkışını buldu, günün batışını selamlayarak doğruldu. Kendinden emin küçük adımlarını, hala akmakta olan gözyaşlarına arkadaşlık edecek  şekilde ayarlayarak yola koyuldu. Tek bir çiçeğin yeşermesine müsaade edilmediği topraklardan umudunu, sevgisini ve kaybetmek uğruna tekrar kazandığı kendini alarak kalabalık dünyada yalnızlık düşlerini yetiştirmek için yeni toprakları aramaya başladı. Bulunsa da bulunmasa da kazandığı bir kendiyle yürüyordu artık.

Zilan Bayram
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
600’den fazla erkeğin ölümüne yol açan kadın: Giulia Tofana

600’den fazla erkeğin ölümüne yol açan kadın: Giulia Tofana

Sonraki
3 Gulhu 1 Elham Amin

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.