insanın içinde ne varsa dışına o sızıyor. Ne ile çok ilgileniyorsa dilinde o oluyor. Biriyle oturup iki muhabbet ettiğinizde, kafasında ne olduğunu, neye çok önem verdiğini az çok anlıyorsunuz aslında. Bu aralar benimde kendime zaman ayırabildiğim zamanlarda yaptığım şey film izlemek. O yüzden sohbet etsek filmlerden bahsederdim herhalde.
Yoğun bir günün ardından eşimle zamanı aynı odak üzerinde geçirmek için genelde film izliyoruz. Bu hafta özellikle izlediğimiz iki film var ki bunları sizinle paylaşmak istedim. İki filmde biyografik türde. Üniversite zamanında, Medya ve Mimarlık dersimizde, hocamız incelememiz için 30 tane biyografik film ismi vermişti. O günden beri biyografik filmler daha çok ilgimi çekiyor. İzlediğim şeyin yaşanmış bir hikaye olması, filmde ki duygu yoğunluğunu daha çok hissetmemi sağlıyor. Belki de bu sebepten bu hafta izlediğimiz ve en çok sevdiğim iki film de biyografik türde.
Film Önerisi 1: Karanlıkla Karşı Karşıya (BlacKkKlansman)
1970’ler civarında ve öncesinde Amerika’da zencilere karşı ırkçılığın olduğunu duymuşsunuzdur. Hatta izlediğim bir belgesele göre, Amerika’da zencilerin çok uzun yıllar çalışmaları, beyazlar ile aynı mahallede oturmaları, eğitimleri bile engellenmiş. Bu filmde de 1970’te polis olmaya karar veren bir zencinin hikayesi anlatılıyor.
Bu zenci yani Ron Stallworth, kenti ele geçirmek isteyen bir örgütü durdurmak için istihbarata katılıyor. Bu görev sürecinde örgütün planlarını erken öğrenip durdurabilmek için, örgüte katılıyor, hatta örgüt içerisinde yükseliyor.
Örgütü durdurmak isteyen bir polisin, örgüt içinde yükselişini anlatan bir film, adından anlaşıldığı gibi, polis Ron karanlıkla karşı karşıya.
Ben izlerken çok keyif aldım, normalde polisiye filmlerini pek sevmem ama hikaye gerçek ve sürükleyici olduğu için sıkılmadan izledim. Bir insan istediğinde, karşısındakiler ona her türlü engeli koysalar bile, kendini ispatlayabilir. Önemli olan ne istediğimizi bulmak ve onun uğruna çalışmak. Polisiye filmlerini seviyorsanız ya da ben gibi sevmiyorsanız bile izlemenizi tavsiye ederim.
Film Önerisi 2: Deli ve Dahi (The Professor And The Madman
Deli ve Dahi, izlediğim en iyi filmlerden birisiydi. Mel Gibson ve Sean Penn’in oyunculukları çok çok iyiydi. Film Oxford Sözlüğü’nün yazılış serüvenini anlatıyor. Oxford sözlüğünde, ingilizce tarihindeki tüm kelimeler ve onların seneler içindeki anlam değişimleri ele alınmak istiyor. Tabi bunun için sözlüğün yazılmaya başlandığı 18. yüzyıla kadar tüm kitapların okunması, kelimelerin tespit edilmesi, anlam değişmelerin kronolojik olarak yazılması gerekiyor. Buna bir insan ömrü yetmeyeceği gibi onlarca insan ömrü de yetmez. Bunun farkında olan, sözlüğün editörü görevindeki James Murray (Mel Gibson), halka bildikleri tüm kelimeleri anlamları ile kendilerine göndermelerini istiyor, hikaye de tam olarak burada başlıyor. Akıl hastanesindeki doktor William Minör (Sean Penn) bu çağrıyı aldıktan sonra, James Murray’a ilk postasında tam 5000 kelime gönderiyor. Deli ve dahinin ilişkisi de böylece başlamış oluyor. James Murray’ın karısı ile ilişkisi, William’la kurduğu dostluk, William’ın iç dünyası ile verdiği savaş çok etkileyici biçimde aktarılmış. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Sağlıcakla kalın, görüşmek üzere!
ilginizi çekebilir; http://aytiti.com/uzay-ve-gezegenimiz-meraklilarina-dizi-ve-belgesel/