Sakin durduğuma bakmayın. Ben asabi biriyimdir. Çocukken de böyleydim. Her şeyi kırar dökerdim üstelik çok geç konuşmaya başladım. Anlardım ama konuşmak istemezdim. Hala öyleyim. Anlıyorum ama konuşmak istemiyorum. Sinirli ve aynı zamanda sakinim. İnsan yedisinde neyse yetmişinde aynı demek ki. Parlak beyaz tenli, kıvırcık saçlı, güzel ela gözlü sağlıklı bir çocuktum. Benden önce kardeşlerim hayatta kalamamışlar bense beyaz parlak teni ve de sinirli halimle canlı yaşayan biri olduğumdan olsa gerek özel biriydim. Babaannem bana nazar değmesin diye kazan karası ile yüzümü boyar çaktırmadan kazağımın göremeyeceğim yerlerine nazarlık takardı.
Anlamsız saçma sapan şeyler bana göre değildi o vakitler bile. İnanmadığım şeyleri bana yaptıramazlardı. Diskleksiydim belki. Köy yerinde diskleksiyi nereden bilecekler; dedem çözüm olarak nefesi kuvvetli birini getirtiyor muska yazması için. Karşımda bir adam filmlerdeki gibi okuyup üflüyor ve de muska yazıyor. Boş bulunmuş oldum muska yazıldı ama hiçbir zaman takmadım muskayı. Dedem Uzun muhtar lakaplı son ağa çocuğu. Harika el yazısı vardır ve muhtarlık yapardı. Ömrünün sonuna kadar muhtarlık yaptı. Çok güzel rakı içerdi, başka bir şey yapmazdı.
Babaannem işe son hanım ağa. Öyle ki yetişmemde zavallı annemin hiçbir katkısı olmadı. Çocuk yetiştirmek babaannemin işiydi. O yüzden babanneme ana diyordum. Anneme ise Nergiz diyordum. Annem kendi evinde tarlada çalışan bir köleydi adeta. Ben on iki yaşına gelince o da kanserden kırk dokuz yaşında hayata veda edecekti. Benden önce üç kız kardeşim ve bir erkek kardeşimi hiç tanımadım. Yedi kardeşten geriye üç erkek kardeş kalmışız. Abim her şeyi görüp geçirmiş küçük kardeşim hiçbir şeyden habersiz ben ise orta tarlanın orta tohumu gibi rahat ve sakinim.
Babam, dedem çiftçilik yapmadığı için amcamın aksine İstanbul’a hiçbir zaman yerleşemedi.Belki iyi olmuştur bilemem. Doğal hayat, doğal beslenme, köy hayatı, gezen tavuk yumurtası şimdilerde pek moda. Ayrıca şimdilerde aileler çocuklara sorumluluk aşılamak için evde kedi köpek besliyorlar. Ben ise sorumluluk ne kelime çobandım. Kuzularım vardı benim, oğlaklarım ve danalarım vardı. Babamla kırlarda koyun sürüsünü otlattığımız günler hatırladığım en eski anılarım galiba. Bir sürümüz olduğuna göre çok eski olmalı tarihi. Ben köy ilkokuluna başlamadan önce olmalı. Çünkü her geçen daha da fakirleşiyoruz.
Bozkırda çiftçilik yapmak demek sürünün ve ambarındaki tahılın sonu gelene kadar direnmek demek. İstanbul bir masal şehri, bir Paris, batının yıldızı. İstanbul’a giden medeniyet ile tanışmıştır. Kaldırım çiğnemiştir. İstanbul’a gelen birine buradan başka İstanbul yok denir. Medeniyeti İstanbul’da öğrenmemişsen hiçbir yerde öğrenemezsin. Medeniyetten nasibini almadan dönmüşse biri köye ona hiç mi kaldırım çiğnemedin sen İstanbul’da denerek aşağılanırdı. Medenî demek şehirli demektir. Gurbete çıkmak, İstanbul’a gitmek bizde eski bir gelenek. Bence bu gelenek bize Ermenilerden kalmış olabilir.
Babamın İstanbul’daki mesleği kıraathanecilikti. Yıllarca kıraathane işlettiği halde babam hiçbir zaman ne bir kağıt oyunu (pişti bile) ne de okey oyunu öğrenmiştir. Bunlar boş insan işidir. Bataklık insanları bunlarla uğraşır. Babam kıraathanede kıraat eder sürekli. Gazete, dergi, kitap okur. Okuma aşkı buradan geliyor benim. Mala mülke değer vermemeyi önemli olanın akıl olduğunu şu sözlerle anlatırdı: “Oğlum akıllı malı neylesin, oğlum deli malı neylesin?”. Aristo bunu bilimsel olarak şöyle özetlemiş: Çünkü doğaya güvenilir, paraya değil.