Avrupalıların Afrika’yı topyekûn köleleştirmesi, Kolomb’un Amerika’yı keşfinden 50 yıl önce başlamıştır. Bu işi ilk başlatan da altın bulma ümidiyle batı Afrika’ya giden Portekiz prensi gemici Henry’dir. 1441 yılında ilk defa Afrika’ya ayak basan Portekizliler, Afrika’dan dönerken yanlarına 10 Afrikalı köleleri alarak Avrupa’ya götürerek bedava iş gücünü de keşfetmişlerdir. Daha sonra Gine kıyılarında ‘Elmina’ adını verdikleri altın madeni, kısa zamanda Afrikalıların alınıp satıldığı köle pazarına dönüşmüştür.
Osmanlı Devleti’nin Avrupalı Afrika sömürgecilerine karşı ilk mücadeleleri Portekizlilerledir.
1512 yılında Kızıl Deniz sahillerini korumak için Osmanlı Devleti’nin Memlüklere yardım gönderdiğine dair belgeler Portekiz tehdidinin kıtadaki geçmişini ortaya koyar. Günümüzde Ümit Burnu’ndaki Saldanha Bay kasabası ismini Portekizli denizci António de Saldanha’dan alır. Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı Projesinin temel gayesi Portekiz korsanlarının tehditlerine karşı bir savunma hattı oluşturmaktı. Afrika’da
Portekiz sömürgeciliği kıta üzerinde beş ülkede konuşulan Portekizce’den daha yıkıcı tesirler bıraktı.
Portekiz sömürge imparatorluğu, Fas ve Kuzey Afrika’daki Ceuta’nın 1415 yılı işgalinden Makao’nun Çin Halk Cumhuriyeti’ne resmi olarak devredilmesine kadar denizaşırı ilk ve son Avrupa imparatorluğuydu.
Afrika’daki kıyı şeridi gezilerinden ve Asya ve Hint Okyanusu’nda kademeli olarak ticaret yollarının kurulmasından ve Estado’da Ümit Burnu’nun doğusundaki Portekiz İmparatorluğu’nun ortaya çıkışından Amerika’daki kolonizasyon projelerine kadar, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Afrika’da, Portekiz İmparatorluğu çeşitli misyonlar üstlendi.
Tüm bunlar yerel koşullar ve güçler tarafından etkili bir şekilde koşullandırılan, değişen dinamikleri olan politik, askeri, ticari yayılmacı projeler gerektiriyordu.
Afrika’da gerçek sömürgeleştirme ve şiddetli çatışmalar, 1890’ların sözde pasifleştirme siyaseti ve 1960’ların ve 1970’lerin bağımsızlık savaşlarıyla başlayan ve biten gecikmiş ve dolambaçlı bir süreçti. 2
Portekizliler Angola, Gine-Bissau, Mozambik, Cape Verde ve São Tomé ve Príncipe’de, siyasi, askeri ve dini faktörlere dayanan sayısız resmi yönetim biçimini yürürlüğe koydular.
Bu kontrol biçimleri yerel toplumlarla farklı şekilde ilişki kurdu ve onları etkiledi. Ancak, sonuna kadar zorlayıcı emek ve vergi kesintileri, ırk ayrımcılığı, otoriter siyaset ve ekonomik sömürü, Afrika’daki Portekiz sömürgeciliğinin temel mirası olarak kaldı.
Portekiz’in Afrika’daki kolonileri
15’inci yüzyılda Portekizli denizciler, büyük ölçüde keşfedilmemiş Afrika kıtası çevresinde ve Hint Okyanusu boyunca Asya limanlarına ve Doğu Hint ülkelerinin (şimdi Endonezya) baharat açısından zengin adalarına giden deniz yolunun geliştirilmesinde öncülük ettiler.
Bu ticaret yolunun aşamalı keşiflerini ve genişletmelerini işaret eden Portekizliler, Batı Afrika kıyıları boyunca gemilerinin yeniden tedarik edebileceği, yeniden donatabileceği ve fırtınalardan geri çekilebileceği bir dizi ileri karakollar kurdular.
Bu karakolların en eskileri Fas’ta Ceuta (1415), Madeira (1419) ve Kuzey Atlantik’te Azorlar (1427) ve Gine’deki São Jorge da Mina kalesiydi.
1482 yılında Diogo Cão Kongo Nehri’nin ağzına ulaşmıştı. 1497’de Bartholomeu Dias Ümit Burnu’nu dolaştı ve 1498’de Vasco da Gama kıtayı dolanarak Hindistan’a ulaştı.
Afrika’nın doğu kıyısı boyunca, Portekizliler daha sonra Mozambik’teki birçok büyük ölçüde İslami liman kentine boyun eğdirdi ve daha kuzeyde Brava, Kilwa ve Mombasa’daki limanları ele geçirdiler.
Portekizliler ayrıca Hindistan’da, Doğu Hint Adaları’nda, Çin’de ve hatta Japonya’da, Avrupa’nın Asya ile ticaretinin çoğunu tekellerine alabilecekleri ticari üsler kurdular.
Bu ticaret aslında en büyük ödül olmasına rağmen, Portekizliler ayrıca Afrika’da altın, fildişi ve köle ticaretinin de son derece karlı olduğunu gördüler.
1578’de Portekiz Kralı Sebastian, Fas’ta Moorslara karşı bir kampanya sırasında öldürüldü. Sonraki altmış yıl boyunca, İspanya ve Avusturya’nın Habsburg hükümdarları da Portekiz tahtını elinde tuttular.
Dahası on altıncı yüzyılın ortalarında, İspanyol gücü yavaş yavaş önce Hollandalılar ve sonra İngilizler tarafından gölgede bırakıldı ve bu karmaşık süreçte Portekizliler Afrika ve Asya kıyılarındaki ticari üslerinin çoğunu kaybettiler.
18’inci yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Portekizliler kıta üzerinde yalnızca Batı Afrika’daki Cape Verde, Gine-Bissau ve São Tomé ve Princípe’nin küçük kolonilerini ve Güney Afrika’daki çok daha geniş ama büyük ölçüde gelişmemiş Angola ve Mozambik kolonilerini elinde tutmayı başarmışlardı.
Napolyon döneminde, Portekiz’in yönetimi yine çok huzursuz oldu ve 1808’den 1821’e kadar kraliyet ailesi iktidar koltuğunu Portekiz’in en büyük denizaşırı kolonisi olan Brezilya’ya devretmişti.
Ardından Brezilya 1822’de bağımsızlığını kazandıktan sonra, Portekizliler artan rekabet karşısında Afrika’nın iç kısımlarında Avrupa kolonilerini bölmek için Sahra-altı Afrika’daki sömürgelerini geliştirmeye başladılar.
Aslında Berlin Konferansı’nda büyük Avrupalı sömürgeciler, Portekiz’in Angola ve Mozambik’in iç kısımlarını gerçekten kontrol ettiğini görmüşlerdi.
Sonraki kırk yıl boyunca Portekizliler, Güney Afrika’daki kolonilerinin yerli Afrikalı nüfuslarını boyunduruk altına almak için devam eden bir askeri idare yürüttüler. Portekiz’in Angola ve Mozambik’i elde tutma çabaları
Portekizliler 20’nci yüzyılın başlarında, Angola’nın merkezindeki kalabalık Ovimbundu eyaletlerini boyunduruk altına aldılar.
1922’de Angola’nın pasifleştirildiğini resmen ilan etseler de Portekiz yönetimine karşı silahlı direniş özellikle de Kuzey Angola’nın Bakongo ve Mbundi halkı arasında devam etti.
“Pasifikasyon” sürecinde, yerli Afrikalılar yerlerinden edildi ve işsiz olmayı suç sayan bir kararname ile çoğu, sömürge valileri tarafından kurulan geniş kahve tarlalarında çalışmaya zorlandılar.
En eski Portekizli tüccar ve yerleşimcilerin soyundan gelen ve Angola’daki Luanda bölgesinde merkezlenen karışık ırk Creoles, başlangıçta daha resmi sömürge rejimi altında zenginleşse de Portekiz yönetimine karşı direniş daha uzaklarda daha yerleşik hale geldikçe yavaş yavaş etkisini kaybetti.
Portekizliler, güçlü sömürge tarım toplulukları kurarak Mozambik’te iç bölgeleri boyun eğdirmeyi umuyorlardı.
Ancak Portekiz’in bu çabalarında başarılı olacak kaynaklardan yoksun olduğu ortaya çıkınca Portekiz hükümeti koloni bölgeleri içindeki ekonomik imtiyazları üç uluslararası konsorsiyuma sattı.
Ticari paralı askerler ve konsorsiyumlar, Avrupa yerleşimini hızlandıracak bir raylı sistemle iletişim altyapısını geliştirmek karşılığında gelişmemiş iç kısımlardaki kaynakları ve yerli emeği kullanabileceklerdi.
António Salazar’ın hem Angola hem de Mozambik’te diktatörlük rejiminin yükselişi, Afrika’da adil muamele ve ekonomik hak taleplerine karşı giderek artan bir baskıcı tepki anlamına geliyordu.
Özellikle Angola’da Portekizliler egemen etnik gruplar arasında uzun süredir devam eden gerilimleri istismar etme konusunda uzmanlaştılar.
Böylece hem Angola hem de Mozambik’te, yerli isyanlar, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş rekabetinin oynandığı vekil çatışmalara dönüştü.
ABD, doğrudan askeri ve ekonomik yardım ve gizli operasyonlar yoluyla Salazar rejiminin büyük ölçüde Sovyet destekli isyanlara karşı yürüttüğü kampanyaları destekledi. Angola’da üç bağımsızlık hareketi gelişti.
Baltepe Katliamı
Afrika’nın yüzölçümü olarak en küçük ikinci ülkesi olan Sao Tome ve Principe, kıtanın batısında yer alan iki adadan meydana gelmektedir. Ülkenin ismi, uzun yıllar bu iki adada sömürge faaliyetlerinde bulunan Portekizliler tarafından verilmiştir: Sao Tome adasının keşfi Aziz Thomas kutlamalarının yapıldığı tarihte gerçekleştirildiği için bu ismin Portekizcesi adaya verilirken ülkeyi oluşturan diğer ada olan Principe adası da 17 Ocak 1472 tarihinde keşfedildikten sonra São Antão adını almış, bu isim daha sonra 1502 yılında Prens Adası olarak değiştirilmiştir. Ülkenin tarihi 1470 yılında Portekizlilerin Sao Tome’ye ayak basmasıyla başlatılmaktadır. Batılı kaynaklara göre Portekizliler geldiğinde bu iki adada hiçbir insan yaşamıyordu. Portekizliler adaların ticari potansiyelini fark ettikten sonra 1493 yılında Sao Tome’ye; 1500 yılında ise Principe adasına yerleşmeye ve burada uzun yıllar sürecek sömürge faaliyetlerine başladılar. Adaların ana kıtadan uzak ve ıssız olmasından dolayı adaya yerleşecek gönüllü bulmakta yaşanan güçlükler, adaya gelen ilk yerleşimcilerin kendi rızasından ziyade zorunlu olarak yerleştirilmesine neden olmuştur. Bu nedenle ülkenin ilk sakinleri, çoğunlukla ana kıtadaki sömürgeden getirilen kölelerden veya Portekiz’de hüküm giymiş suçlulardan oluşuyordu. Adaya çalıştırılmak üzere zorunlu göçe tabii tutulan Afrikalıların büyük bir çoğunluğu Angola, Yeşil Burun Adaları ve Mozambik’ten getirilmiştir. Angola’dan köle olarak getirilen insanlar bir süre Sao Tome adasının güney bölgesinde izole edilmiş bir şekilde yaşadıktan sonra ülke genelinde yayıldı ve büyük ölçüde asimile edildiler. Yeşil Burun Adası’ndan getirilenler ise daha sonra yerleşik nüfusun en büyük grubunu oluşturacak topluluk olmuştur. Afrikalı yerleşimcilerin yanı sıra adaya yerleştirilen Yahudi nüfusun varlığı dikkat çekicidir. İspanya’dan göçe zorlanan ve 1492 yılında Portekiz’e kaçan Yahudiler bu dönemde Portekiz’de güçlü bir Katolik hâkimiyetinin bulunması ve iç çatışmaların yaşanması nedeniyle Sao Tome ve Principe’e gönderilen topluluklardan biri olmuştur.
Kısa süre sonra özellikle Sao Tome’de volkanik toprağın şeker yetiştirmek için verimli olması nedeniyle şeker pancarı yetiştirmek üzere ciddi bir tarım faaliyeti başlatıldı. 16. yüzyılın ortalarında Sao Tome, Afrika’nın en büyük şeker ihracatçısı haline geldi. Kısa süren bu liderlik aynı yüzyılın sonlarına doğru Brezilya’da artan şeker üretimi, Hollanda’nın adayı işgal girişimi ve kıtlık gibi nedenlerden dolayı şeker üretiminde yaşanan düşüş, Portekiz’in tarım faaliyetlerine son verip köle ticaretinin önemli merkezlerinden biri haline getirmesiyle sonuçlanmıştır. Portekiz adayı keşfettikten sonra buraya zorla yerleştirdiği birçok köleyi yine kendi sömürgesi olan Brezilya’da bulunan sömürge bölgelerine göndermiştir. Bu süreçte özelikle şeker ve kakao üretiminde yaşanan zorluklar nedeniyle ada uzun bir süre yalnızca köle ticareti için önemli bir transit merkezi haline gelmiştir. 19. yüzyılda ülkede şeker üretiminin yerini alan kakao bugün hala temel ihracat kaynağı olarak kalmaya devam etmekte ve ülkenin neredeyse tüm mal ihracatını oluşturmaktadır.
1822’de Brezilya’nın bağımsızlığı, Portekiz topraklarında köle ticaretinin baskılanması ve 19. yüzyılda kahve ve kakao yetiştiriciliğinin başlatılması sömürgecilerin üretim ve ihracat merkezini tekrar Sao Tome’ye döndürerek ülkede ikinci sömürge döneminin başlatılmasına neden olmuştur. Kakao ve kahve 1890’larda ana üretim ve ihracat mahsulü haline gelmiş ve ülkeyi dünyanın en büyük emtia üreticisi konumuna getirmiştir. Köleliğin yasal olarak kaldırıldığı yıllarda Angola, Yeşil Burun Adaları ve Mozambik gibi Afrika’dan getirilen işçilerin kakao ve kahve üretiminde zorunlu olarak çalışmaları devam etmiştir. Tüm dünyada köleliğin kaldırılmasına rağmen Sao Tome ve Principe’de kölelerin belli bir süre eski sahipleri için çalışma zorunluluğu getirildiği için kölelik adada fiili olarak uzun yıllar sonra sonlandırılmıştır. Unutmamak gerekir ki; adada kölelik fiili olarak bittiği dönemde bile servicais adını verdikleri bu işçilerin yaşam ve çalışma koşulları kölelikten çokta farklı değildi. Sözgelimi bu süreçte Afrika ana kıtasından sözleşmeli işçi olarak adaya gelen kişilerin aksine 16. yüzyılda adaya yerleştirilen ve artık yerli olarak kabul edilen insanların sözleşmeli işçi olarak başvurmaları yasaklanmıştı. 20. yüzyılın ortalarında bu şartlar adada yaşayanların tepkisini çekecek ve uzun yıllar sürecek protestolara neden olacaktır.
20. yüzyılın başlarından itibaren Portekizliler, köleliğin kalkmasına rağmen şeker ve kakao üretimindeki işçileri zorla çalıştırma ve kötü çalışma koşullarına maruz bırakmakla suçlandı. Köylüler her ne kadar şeker kamışı, kahve ve kakao tarlalarında bu zor ve ağır şartlar altında çalışmayı reddetseler de 1937 yılında koloni yönetimi çıkarttığı yeni vergi yasası ile birlikte işçileri bu şartlar altında çalışmak zorunda bırakmışlardır. 1952 yılına gelindiğinde ise şartlar değişmemiş, 1945 yılında adaya sömürgeciler tarafından atanan Vali Carlos Gorgulho’nun köylülerin zorunlu olarak çalışmasını emretmesinin yanı sıra kişi başına ödenmesi gereken vergiyi tekrar arttırarak şartları iyiden iyiye zorlaştırmıştır. Şartların ağırlaşmasına müteakiben 1953 yılında yerli toprak sahiplerine ait olan toprakların Yeşil Burun Adaları’ndan işe alınanlar lehine istimlak edilecek söylentilerinin yayılmasıyla birlikte ayaklanma çıkmıştır. 3 Şubat 1953’te yerli halk yaşam şartlarını protesto etmek için toplanmıştır. Bu gösterilerde Manuel da Conceição Soares adında bir işçinin polis tarafından öldürmesi üzerine ertesi gün daha büyük bir protesto gösterisi başlatılarak tüm adada kendisini gösteren bir direnişin ilk adımı atılmış oldu. Vali Gorgulho Portekizli yetkililere komünist bir isyanın patlak verdiğini ve adada bulunan Portekizlileri korumak için protestolara müdahale etmeleri gerektiğini iletti. Bu çağrıya yanıt veren Portekizli yöneticiler isyanı önlemek için 1953’te Batepa adında küçük bir köyden başlayıp Sao Tome adasının tamamında devam eden acımasız bir katliam gerçekleştirdiler. Portekizliler tarafından oluşturulan yerel polis teşkilatı Corpo de Polícia Indígena tarafından gerçekleştirilen müdahalenin ilk günlerinde bir hücrede yirmi sekiz kişinin boğularak, bir binanın ateşe verilmesi sonucunda ise yirmi kişinin yanarak öldürüldüğü ifade edilmektedir. Ayrıca polisler tarafından elektrik verilerek ve denizde atılarak birçok insanın öldüğü bilinen Batepa katliamı sırasında Vali Gorgulho “sorunları önlemek için bu pislikleri denize attık” şeklinde açıklama yapması yaşananların ne kadar acımasız ve vicdansız bir şekilde gerçekleştiğini gözler önüne sermektedir. Bu katliamda denize atılanların ve yakılarak öldürülen insanların sayısı belirlenemediği için yaşananların ne kadar insanın canına mal olduğu net olarak bilinmemekle birlikte yaklaşık 2000 masum sivilin katledildiği tahmin edilmektedir. Adanın sömürge tarihinde önemli ve unutulmaz bir olay olmaya devam eden Batepa katliamı bugün hala yıldönümünde ölen insanlar tören ile anılmaktadır.
1950’lerin sonunda, bu üzücü olaydan on yıldan daha az bir zaman sonra, Portekizli yöneticiler halktan gereken cevabı almıştır. Küçük bir grup Sao Tome ve Principe’nin sömürgeden kurtarmak ve bağımsız bir devlet kurmak için Sao Tome ve Principe Kurtuluş Hareketi’ni (MLSTP) oluşturdu. Merkezi Gabon’da bulunan hareket bu süreçte yalnız bırakılmamış, Afrika kıtasındaki bağımsızlık talep eden diğer Afrika ülkeleri tarafından destek verilmiştir. 1974’teki bir darbenin ardından Portekiz’de iktidara gelen hükümet, 1975’te MLSTP’ye iktidarı devretmeyi kabul etti ve hemen hemen tüm Portekizli sömürgeciler bu süreçte Portekiz’e kaçmak zorunda kaldı. 1953 yılında küçük protestolar ile başlayan süreç 1975 yılında meyvesini vermiştir.
Kölelikten kurtuldukları söylense de yıllarca tüm üretim faaliyetlerinde zorunlu olarak çalıştırılarak efendi-köle ilişkisinin devam etmesi, Sao Tome’deki Afrikalı insanları 1975 yılında bağımsızlık ile sonuçlanacak protestolara sürüklemiştir. Çalışma koşullarında gösterdikleri acımasız tavırları protesto gösterilerini bastırırken de gösteren Portekizliler 1953 yılında yaşanan olaylar sırasında ateşe vererek, denize atarak, elektrik vererek, boğarak ve kurşuna dizerek birçok masum insanın ölümüne sebep olmuşlardır. Portekiz’in kara tarihine yazılan bu katliam, sömürgecilerin Afrika’da gerçekleştirdiği katliamlardan yalnızca biridir. Buna rağmen bu üzüntü ve utanç verici olaylar sömürgeciler tarafından üstü örtülmüş veya gerekli önem verilip araştırılmasına imkan verilmemiştir. Öyle ki incelediğimiz katliamda ölenlerin sayısı veya kimlikleri hakkında hala net bir bilgi bulunmamaktadır
Bir sömürge dili olarak Afrika’da Portekizce
Portekizce bir dizi Afrika ülkesinde konuşulmakla birlikte Angola, Mozambik, Gine-Bissau, Cape Verde, São Tomé ve Principe ve Ekvator Ginesi gibi altı Afrika ülkesinde resmi dildir.
Bununla birlikte Sahra-altı Afrika’nın birçok ülkesinde Portekizce konuşan topluluklar bulunmaktadır.
Kabaca bir tahmine göre, Afrika’da Portekizceyi tek anadili olarak kullanan yaklaşık 14 milyon insan yaşamaktadır, ancak uygulanan kriterlere bağlı olarak birçok Afrikalı ikinci dil olarak Portekizce konuştuğundan, sayı önemli ölçüde daha yüksek olabilir.
Portekizcenin resmi dil olduğu Angola ve Mozambik gibi ülkelerden başka Güney Afrika ve Senegal gibi ülkelerde de Portekizce konuşan göçmenler bulunuyor.
Bazı istatistiklere göre kıtada 41,5 milyondan fazla Portekizce konuşanın olduğu iddia edilmektedir.
Fransızca ve İngilizce gibi, Portekizce de Afrika’da sömürge sonrası bir oldu ve Afrika Birliği ile Güney Afrika Kalkınma Topluluğu’nun çalışma dillerinden biri haline geldi.
Afrika’da, Portekizce dili, Fransızca ve İngilizceden sonra baskın olan üçüncü sömürge dilidir.
Bu anlamda Cape Verde, Gine-Bissau ve São Tomé ve Principe, La Francophonie’nin üyeleridir ve La Francophonie’de gözlemci statüsüne sahiptir.
Buna karşılık Ekvator Ginesi, İspanyolca ve Fransızca’nın yanı sıra Portekizceyi üçüncü resmi dili olarak kabul etmiştir.
Portekizcenin resmi dil olduğu Afrika ülkeleri Angola, Cape Verde, Gine-Bissau, Mozambik, São Tomé ve Príncipe Portekiz İmparatorluğu’nun eski kolonileridir.
1992’de, beş Lusophone Afrika ülkesi, Portekizce Resmi Dilinin Afrika Ülkeleri’ne (Países Africanos de Língua Oficial Portuguesa) çevrilen günlük konuşma dilindeki bir kısaltma olan PALOP adında bir devletlerarası örgüt kurdu.PALOP ülkeleri Portekiz, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ile resmi anlaşmalar imzaladılar ve kültür eğitim ve Portekizce dilinin korunmasını teşvik etmek için birlikte çalışıyorlar. Portekiz’in postkolonyal mirası
Portekizce konuşan bu beş Afrika ülkesi, 1974’te Lizbon’daki Karanfil Devrimi askeri darbesinden kısa bir süre sonra çöken Portekiz İmparatorluğu’nun eski kolonileridir.
Portekiz Sömürge Savaşı’nın gerilimleri Portekiz diktatörlüğünü son derece zayıflattı ve bu António de Oliveira Salazar rejiminin devrilmesini hızlandırdı.
Uzak ve zorlu bir savaşın hayal kırıklığına uğradığı genç subaylar, Portekiz’e karşı bağımsızlık yanlısı direnişin yanında yer almaya başladılar ve sonunda 25 Nisan 1974’te askeri darbenin yolunu açtılar.
Portekiz sömürge imparatorluğunun uzun süredir devam eden egemenliği, 1970’lerde bağımsızlık kazandıktan sonra bile Afrika devletleri üzerinde çeşitli etkilere sahipti.
Portekiz imparatorluk inşasının mirası, Lusophone Afrika’daki modern ulus-devletin gelişimini açıklamaya çalışan ve onun başarısızlıklarına ışık tutan postkolonyal söyleme yayılmıştır.
Salazar rejiminin 1974’te çökmesinden ve yeni Portekiz hükümeti kendisini kolonilerde bağımsızlığa hızlı bir geçiş yapmaya adadıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, şimdi bağımsız devletlerdeki çekişen Afrika fraksiyonlarını sırasıyla desteklediler.
Sonraki on buçuk yıl boyunca, hem Angola hem de Mozambik bu devam eden ve genellikle çok anarşik çatışmalar tarafından harap edildi.
2006 yılına gelindiğinde, ekonomileri hâlâ kendi kendini idame ettirebilir hale gelmemişti ve nüfuslarının büyük bir kısmı kitlesel açlığa ve salgın hastalıklara karşı bir önlem olarak, büyük miktarda dış yardım taahhütlerinin temel gıda maddeleri ve ilkel tıbbi bakım sağladığı mülteci kamplarında kaldı.
1830’larda uluslararası köle ticaretinin sona ermesinden sonra, Portekiz’in küçük Batı Afrika kolonilerinin önemi azaldı ve giderek yoksullaştı.
Bugün 9 milyon nüfusuyla küçük ülkesi Portekiz Afrika’daki sömürge tarihi ile zaten kirli bir sicile sahip olmasına rağmen Sömürgesi altında bulunan halklardan yaptığı soykırımla ilgili özür dilemedi. Suçlarıyla yüzleşmedi.