İlk olarak temelini merkantilizmde gördüğümüz kapitalist düşüncede, klasik iktisadın insanları kabul ettiği şekliyle, bencil ve rasyoneldir. Yani iktisatta biz şu an insanları bencil ve dolayısıyla çıkarcı, ama aynı zamanda rasyonel kabul ediyoruz. Bencil olan insanlar, kendi çıkarını her şeyden üstün tutarlar ve bu davranışlarıyla da akılcı görülürler. Bu düşünceler başta dediğim gibi, merkantilizmden beri şekillenmekte ve fizyokratlar, liberal düşünce derken klasik iktisat ortaya çıkmıştır. Şu an içinde bulunduğumuz kapitalist sistem ise, bu eskiden beri gelen düşüncelerimizi kullanmakta, bizi birbirimize düşman etmektedir. Bu yazıda kapitalist sistem dediğimizde akla gelen modern toplumun içinde kaldığı psikolojik ortamı irdeleyeceğiz.
Kapitalist sistemde, herkes birbiriyle yarışır ve mücadele eder. Bu rekabet ortamında önemli olan bireysel yeteneklerimizdir, toplumsal değil. Bu tam rekabet ortamında ilk olarak karşımıza çıkan duygu kaygıdır. Kaygı kavramına baktığımızda içinde belirsiz olan bir korku yatmaktadır. Örneğin araba sürmesine güvenemediğimiz biriyle yolculuk yaparken, kaygılanırız. Bu olay iş hayatımızda da karşımıza çıkmaktadır. Bizden üstün olan yöneticinin zorunlu baskısı, bizi her an tedirgin eder ve kaygılandırır. Sadece üst yönetici değil, diğer insanların da bunda etkisi vardır. Başta söylediğim gibi bireysel yeteneklerimizle ön plana çıkmamız gerektiğinden, diğerlerinin başarısı, bizim başarısızlığımıza neden olmaktadır. Bu çıkarcı davranışımız ise, birbirimize düşman olma, kin besleme ve haset duygusunu ortaya çıkarır. Aslında hepsini 1580’de Michel de Montaigne özetlemiştir: “Bir şahsın sağladığı kâr, diğerinin zararıdır. Diğerinin zararına yol açmadan, birinin kâr elde etmesi mümkün değildir.”
Bir diğer duygu ise bencilliktir. Üstte bahsettiğim gibi, herkesin öne geçmek için birbirine çelme taktığı bir ortamda bencillik kesinlikle ortaya çıkacaktır. İlk paragrafta bahsedilen şekliyle ise bencillik, doğal bir şey gözükmektedir. Tekrarlamak gerekirse, bencil olan davranış doğal ve tamamen akılcıdır. Tersten bakarsak, bencilce yapılmayan bir davranış, akılcı değildir. Böyle bencilce davranışların sergilendiği toplumda ise narsisizm belirir. İnsanlar sadece kendini düşünür, yeteneklerini abartır, kendine özel biriymiş gibi davranır. Bu narsist davranışları ortaya çıkaran şey yine rekabettir. İşyerlerinde, okullarda insanların en başarılı olmaya zorlandığı, olmazlarsa diğer rakiplerinin arkalarında kalacağı ve gözden düşeceği bir ortam yaratılıyor. Sonuç olaraksa, herkesin birbirinin yeteneğini aşağılamaya, küçümsemeye, kendisini ise yüceltmeye çalışıyor.
İnsanların kendi yeteneklerini ortaya çıkarması için, diğerlerini ezmesi gerektiği ve sadece kendini düşündüğü ortamda, otomatik olarak hırs ve öfke ortaya çıkmaktadır. Bir adım geriye düşmüş insan, öfkelenir ve hırslanır. İşyerlerini düşünün. Birinin birkaç dakikalık övülmesi bile, bir diğeri tarafından öfke uyandırmaktadır. Bunun nedeni ise dediğim gibi, sanki kendi yetenekleri potansiyel olarak azalmış gibi görünür. Aslında yetenek aynıdır. Öfke ve hırsı dolaylı olarak ilgilendiren ise çağımızın hızlılığıdır. Sürekli artan teknoloji ve bilgi, bizi sürekli bir çalışmaya, seri hareket etmeye, her an değişmeye ve risk almaya sürüklemektedir. Yoksa çağın gerisinde kalırız ve diğerleri ilerlerken biz gerileriz.
Bencil davranışlar, artan öfke ve kaygılarla insanlar artık birbirlerine yabancılaşıyor ve güvensizleşiyor. Artık biri adres sormaya geldiğinde bile, cüzdanımızı çalacağı kuşkusuyla cevap vermekten çekiniyoruz. İşyerimizdeki mesai arkadaşımız her an bizim yerimizi kapabilirmiş gibi tedirginlik yaşıyoruz. Başkalarının yanında sürekli iğne üstündeymişiz gibi hissediyoruz. Artan hız, artan rekabet bizi sürekli dinamik bir hâle sokuyor. Bırakın birbirimize güvenmeyi, elimizdeki yeteneklere bile güvenemiyoruz. Başarıya ulaşmak için elimizde bulunan yetenek, her an kaybolabilir kaygısıyla yaşıyoruz.
Kapitalizmin önceki dönemlerinde, bir gelirimiz olurdu ve bunun bir kısmını tüketir diğer bir kısmını ise tasarruf olarak saklardık. Her hafta tasarruflarımızı kontrol eder, yavaş yavaş büyürdük. Yani gelecek kestirilebilir ve zaman doğrusaldı. Oysa günümüzde zaman artık doğrusal ve kestirilebilir değil. İnsanlardan, her an değişime hazır olma, sürekli risk alınmasını istiyorlar. Beklenen şey artık, esnek çalışma, strese dayanıklı olma, bugün bir takımla çalışırken yarın başka bir takımla çalışabilme. Bu kadar hızın fazla, seçeneğinse bol olduğu bir ortamda insanlar daha mutsuz olmaktadır. Seçeneğin bollaşması, mutluluğu arttıracak bir etki olarak görülse de maalesef böyle değildir. Çünkü artan seçenekte, her tercih bir vazgeçiştir aslında. Yani çok sayıda seçenek olduğunda, seçim özgürlüğümüz artar fakat vazgeçmek zorunda olduğumuz alternatifler de artar. Bizler kayıplara, kazançlardan daha fazla yatkın olduğumuzdan dolayı, seçenek arttığında bir yabancılaşma ortaya çıkar.
Sonuç olarak ortay çıkan şey ise, huzursuzluk oluyor. İnsanların birbirine güvenmediği, her an rekabet içinde olduklarından birbirine karşı öfke uyandırmaları, elinde bulunan şeyler için sürekli bir kaygı ve bencil davranışların mantıklı bulunması, sürekli birbirimize düşman gözüyle bakmamıza sebep oluyor. Bunların getirdiği en büyük sonuçlardan biri ise yine küresel eşitsizliktir. Tocqueville 1835’te, “Eşitsizlik, toplumdaki genel bir kural olduğunda, büyük eşitsizlikler çok dikkat çekmez. Ancak her şey aşağı yukarı birbirinin dengi olmaya başladığında, en ufak farklılıklar bile göze çarpar.” demiştir. Bence yapmamız gereken en önemli şeylerden biri, dingin ve mütevazi bir hayat yaşamaktır. Tıpkı Einstein’ın dediği gibi; ”Dingin ve mütevazı bir hayat, sürekli huzursuzluğun eşlik ettiği ve başarı peşinde koşulan bir hayata göre daha fazla mutluluk getirir.”