“Hayatı insan için yaşanılır kılan veya işkenceye dönüştüren, kişinin kendi yaptığı seçimlerdir.” demiş Jean Paul Sartre.
Her gün, her dakika, her an, durmadan tercihler yapıyoruz. Bazen bildiğimiz yollardan, bazen bilmediklerimizden gidiyoruz. Bazen yazarak, bazen çizerek, bazen en siyah ve keskin kalemlerle altını çize çize, bazen suya yazar gibi, bazense çizgileri aşarak karar veriyoruz.
“Yazmayı konuşmaya tercih ederim.” demiş, Franz Kafka.
Bende öyleyim. Hiçbir cevap hiçbir sonuç beklemeden, artık şikayet bile etmeden, kendim için yazmayı tercih ediyorum sadece. Çünkü açıklamalarım söyleyeceklerimi, hislerim düşüncelerimi, su boyumu aşıyor şu son günlerde. Porselen bebeklerin olduğu bir müzeye girmiş, koca bir su aygırıyım sanki. Hiç dokunmadan, devirmenden, kırmadan çıkışı arıyorum. Herkese kendimi açıklıyorum. Ben kendimden bile çok onları düşünüyorum. Beni ben daha düşünmeden anlayacaklarını, ben daha uzanmadan vereceklerini idea eden onlar ise, bugün benimle saklambaç oynuyorlar. Kaybolduğumdaysa, yerimi bulmaları için çırpınırken, her imdat diye bağrışımda sadece bana gülüyorlar. Madem buradasınız ben niye göremiyorum sizi ? Madem anlıyorsunuz ben niye anlaşılmış hissedemiyorum ? Madem beni benden çok tanıyor, çok düşünüyorsunuz, niye benim vereceğim kararları vermiyorsunuz?
“Hayatımız yaptığımız tercihlerin toplamıdır”(W. Dwyer) diyorlar ama bu denkleme bazı eklemeler yapmak istiyorum.
Hayat bizim yaptığımız tercihlerin ve başkalarının bizim yerimize yaptığı tercihlerin toplamıdır. En çok da bizim için en iyisini düşünenler, en sağlıklı ve en uzun ömürlü kararları alanlar yanılıyordur belki de. En doğru mu ? En kolay mı? Yoksa alışkanlık mı sadece?. Bence en sağlıklısı, kararı kendin vermektir. Çünkü kendi verdiğin yanlış karar bile başkalarını senin adına verdiği doğru karardan iyidir. En azından bu kadar sıkışmış, bu kadar yorulmuş, bu kadar vazgeçmiş hissettirmezdi belki de.
En çok da ben olduğum için değerli olduğuma inandırmıştınız. Ve bu yanılgıyla kendi kendini yiyen bir yılan gibi kuyruğuma dönüyorum. Yutkunmak hep zordu da, bu sefer boğazımda kalıyorum.
Biz böyle tanışmamış böyle anlaşmamıştık. Biz böyle değer vermemiş, böyle güven duymamış, böyle yanılmamıştık. Hayat dediğimiz akarsu, bizi önce güzel sularıyla kandırıyor, kendine inandırıyor. Sonrasında sizi güzel amaçlar uğruna, denize ulaşmak için peşinize takıyor. Bir anda atladığımız serin suların güzellliğinde öyle bir kaybediyorsunuz ki kendinizi, onun sizi bıraktığını ancak su boyunuzu aştığında anlıyorsunuz. Tutunmaya çalıştıkça kayalıklar kanatıyor, yüzmeye çalıştıkça siz yoruluyorsunuz. Geriye sadece amaca tutunmak kalıyor, sizde artık sadece denize ulaşacağınıza inanıyor ona güveniyorsunuz. Hayatta köksüz bir nehir, filiz veremeyen kısır bir tohum gibi, başkalarını atlamaya ikna etmeye gidiyor.
Bir yerde okumuştum. Bazılarını gökyüzü kadar sevseniz de onlar denizde boğulmayı tercih ederler diyordu. Bu da başka bir tercihti, saygı duymayı bize öğreten. Çünkü gökyüzünü daha önce hiç görmemiş bir köre onu ne kadar anlatırsanız anlatın, hissettiremezsiniz. Ne rüzgarını bilir, ne yükseklik korkusunu. Görmek de, sevmek de gökyüzü gibi uçsuz bucaksızsızdır. Ve denizin yansımasına kanıp kendi mağarasından çıkmak istemeyen kimseye yardım edemezsiniz. Çünkü öyle olmak ve kendi boyunun erdiği suda yüzmek onun tercihidir ve siz onu zorlamak için denize dokundukça, ıslanır, ağırlaşır kendi özgürlüğünüzü kaybedersiniz. Çünkü insan alıştığını arar. Çünkü insan bilmediğinden korkar.
Bazen ağzımıza bir kaşık bal çalınıyor, umuttan, geçmişin gelecekteki yansımasından bahsediliyor. İnsanız, inanmak, çocuk gibi mutlu olmak istiyoruz. Ama yetişkinlik tam burada başlıyor, güvensizlik, inançsızlık, umutsuzluk tam burada başlıyor, o en vefalısı, içimdeki boşluk burada hatırlatıyor kendini. Şeker hastası olduğumuz, krize girdiğimiz, zangır zangır titreyeceğimiz günleri hatırlamıyormuş gibi, bir kaşık balımızı yiyor ve hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi, hiç olmalarını istemediğimiz hayat derslerini alıp devam ediyoruz.
Kimilerinin uçarak, kimilerinin sadece yerinde durarak, kimilerinin yolculukları içinde arayarak mesafeler kat ettiği günlerde, sarı karanfillerin açtığı kavşaklarda karşılaşmıştık. 3 vakit yaşayıp 5 vakit düşündük. Aynı dolunayın altında, 24 saat güneş gördük. Ayçiçeği misali güneş diye yüzümüzü birbirimize döndük. Kara kışı birlikte geçirdik ama bizim sözümüz bahara kadarmış. Yağmurlar altında, kilden yaptığımız tek vücudun eriyip ayrıldığını, her parçanın çamuruyla iz bıraka bıraka yoluna gittiğini gördüğüm şu son günlerde, hiçbir şeyi hatırlamadan yoldan geçen birini durdurup biz nerden geldik buraya, bizi kim uyandırdı rüyadan demeyi çok isterdim. Nasıl gittiniz hiç anlayamadım demeyi çok isterdim. Ama ben öyleymiş gibi yapsam da perdenin kenarında gözüm hep sizin üzerinizdeydi. Şimdi yanınızda götürdüğünüz gözlerimle uzaktasınız.
Filiz veremeyen tohumdan, evin önündeki selviye, oradan dikenli güle tüm yolu koklaya koklaya geldim. Ve şimdi korktuğumun başıma geldiğini, haklı çıktığımı bilerek, hep kaybettiğim o oyunları hatırlayarak, bu sefer hiç kazanmak istemediğim o oyunu kazanıyor ve kefaretini ben ödüyorum. Bir süredir zaten burada olmayanları yeterince bekleyerek gerçek saygıdan bahseden ben, içimdeki boşluğa kurban ettiğim ve kefaretimi ödediğim o son parçamı da son kez apaçık gösteriyor, dönüşünü beklemeyeceklerimin kollarından çıkıp, yeni yolculuklara uğurluyorum. Adalet terazisinde kaybettiklerinin ağır yükünün, kazanacağını umduklarına değmesini umut ediyorum.
Şimdi daha iyi anlıyorum vazgeçenleri, daha iyi öğreniyorum hayatın okuttuklarını. Bahçedeki gülün artık eskisi gibi kokmadığı, vazoların artık yapıştırılarak bir araya getirilemeyecek kadar kırıldığını ve insanın en çok da kendi kendini hayal kırıklığına uğrattığı bir dünyada, bazen kaybetmek en doğru seçimdir. Ve o dünyada en yerinde tercih; vazgeçiştir. Ve hayat sana vazgeçtiklerinle değil, seçtiklerinle ilgilenme kararlılığını öğretir.
“Birine hoşça kal diyebilecek kadar cesaretinizi toplarsanız hayat size yeni bir merhaba ile selam verir. “ Paulo Coelho
Hayatımızın belki de en soğuk, en zor ama en güzel kışını birlikte geçirdik, bu unutulmaz kışta benimle aynı toprağı paylaştığınız için teşekkür ederim. Şimdi bahar herkes için geliyor. Hiç bilmediğimiz tohumlar hiç bilmediğimiz bahçelerde açıyor, ağaçlar meyve veriyor, içimizdeki nehirler bir yerlerde denizlere ulaşıyor.
Daha koklanacak çiçekler, dokunulacak ruhlar, içimizde bir kaosla kucaklanacak koskoca bir evren var.