İnsanlık için kıymetli olmasa da benim hayatımda gördüğüm en fantastik dönemdi. Bu serüvenimi bütün arkadaşlarımla birkaç kere paylaştıktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.
Bundan iki sene önce her şey 15 Mart akşamı kaldığım yurda döndüğümde hissettiğim sancı ile başladı. Başta gergin bir gün geçirdiğim için oldu zannettim, o gün çok sevdiğim bir hocamın vefatından sonrasına denk geliyordu.
Hayatım boyunca böylesini hissetmemiştim, şöyle ifade edebilirim: Olmayan bebeğimi doğurduğumu zannettim. Tuhaftı, öyle tuhaftı ki ayakta kaldığımda da oturduğumda da, hatta uzandığımda da ağrıdan duramıyordum. Oda arkadaşlarımın uzun uğraşları sonucu biraz toparlanmış olsam da, hareket etmek benim için çok zordu.
Saat gece yarısına ilerlerken o gece hastaneye gitmeyi kendi çapımda mantıksız bulmuştum. Sabah gitmek çok daha zekiceydi çünkü ben bu durumun idrar yolları iltihabından ileri gidemeyeceğini düşünüyordum…
Derken 16 Mart gününe geldik. Ve yine kendisini ihmal etmeyi seven ben akşam üstü hastaneye gitmeye karar verdim. Çünkü hala basit bir iltihaptı ve bir hafta ilaç kullanınca geçecekti, böyle düşünmekten vazgeçmedim. Hatta o kadar umurumda değildi ki hastaneye halk otobüsü ile gittim. Bir önceki güne nazaran daha iyiydim ama hala ağrım vardı.
Gittiğim hastanede ultrason cihazı olmadığından “Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi” ne yönlendirildim. O zamana kadar yapılan kan ve idrar testlerinin temiz çıkması benim biraz ürkmeme neden olmuştu. Çünkü idrar yolları iltihaplanması değilse bu farklı bir sorun demekti. Henüz buna hazır hissetmiyordum.
İkinci hastanedeki doktor apandistten şüphe edince acil olarak ultrasona alındım. Ultrason doktorunun uzun bir müddet tepki vermemesi, sonradan sonraya kaşlarını çatması ve gözlerini kısması beni iyiden iyiye tedirgin etmeye başlamıştı. İşte tam o anda hayatım boyunca duyduğum ve uzunca bir müddet unutamayacağım cümleyi işittim. “Apandisti göremiyorum ki, önünde bir şey var! hem de 22 cm çapında!”
Bir süre yanımda gelen refakatçi arkadaşım ile olayı anlamaya çalıştık. En sonunda doktora sormayı akıl edebildim. Onun ne olduğunu sordum ve bana “Bilmiyorum kitle galiba. Bunu ayrıntılı göremem bu makinayla.” dedi. Ve yine ben, ilaç ile geçer mi diye sordum. Bu sefer doktorum “Saçmalama bunu nasıl ilaçla geçirsinler? Ameliyat olman gerek sanırım. Sen en iyisi doktora göster sonucu.” diyerek beni fazlasıyla teselli etmişti. Sonrasında acilde benimle ilgilenen doktorun “Bu kadar büyük bir kitle iyi huylu olamaz.” demesiyle keyfim iyice yerine gelmişti (!).
Her zaman olduğu gibi bu durumun da şokunu birkaç dakikada atlatmıştım, arkadaşımla hastane kantininde yemek yemeye karar verdim. Durumu annem dışında birkaç kişiye söylemiştim, sürekli olarak telefonum çalıyordu. Bir yandan aramaları yanıtlarken diğer yandan da anneme durumu nasıl en az hasarla anlatabilirim diye düşünüyordum. Babam da o saatlerde yoldaydı, Adıyaman’dan Kırşehir’e gidiyordu. Bende habersizdi, araba kullanırken ona söylemek istememiştim…
En sonunda soğukkanlılıkla annemi aradım. Hastaneye gideceğimden haberdardı ama o da benimle aynı fikirdeydi. Ona sadece “Polikistik over olduğumu biliyorsun değil mi? Kistim biraz büyümüş ve ameliyat olmam gerek.” diyebildim. Çapından ve doktorun “Bu kadar büyük bir kitle iyi huylu olamaz.” cümlesinden ilk etapta bahsedemedim. Ve buna rağmen annem gece yarısı olmasına rağmen teyzemi arayıp yanına çağırmıştı ve beni her aradığında ağlıyordu.
Hala soğukkanlıydım, soğukkanlı olmak zorundaydım. Kötü huylu bir kitle ile karşılaşan tek kişi olmadığım açıktı, ortalığı velveleye vermek ve yıkılmak işimi daha da zorlaştıracaktı. Tek emin olduğum şey buydu, sakin olmam gerektiği…
Ailem İstanbul’a gelemeyeceği için ve burada kalacak yerimiz olmadığından Ankara’da ameliyat olmama karar verdik. Halamlarda kalacaktık. 18 Mart sabah 6’da hızlı tren ile yola çıktım. Bu serüvenin kalanını Ankara’da geçirecektim…
Devam Edecek….