“ Ben gidiyorum artık, çocuğu okula bıraktım ona sahip çık” bu kelimler dökülürken dudakları titriyordu kadının. Gözlerinden oluk gibi akan yaşa rağmen boyun eğmemek için yutkunuyordu yeniden ve yeniden… Acı mıydı? Bıkkınlık mı onu ağlatan? Yoksa sessiz bir çığlık mı aslında? “Kendine gel artık gidiyorum ben” yakarışları mı? Bir kadını yuvasından çocuğunun tatlı kokusundan ayıran bir erkeğin umusamazlığı mıydı? Neydi? Hiç bilmiyorum, bildiğim boğazım düğüm düğüm olmuştu. Her gün okul yolunda kızıyla rastladığım, göz aşinası olduğum birine kulak misafiriydim sadece…
Kaldırımda öylesine yürüyen bir yabancıydım. Ama duydum işte… Gözyaşlarını gördüm… İçim ezildi. Şahit olmuştum bir hüzne, bir yok oluşa… “Dur demek “istedim. Bir kez daha düşün! Belki bir fırsat… Ama kim bilir kaçıncı fırsattı bu? Sonu engellemek için ertelenen kaçıncı fırsattı? Yüzüme baktı, başını eğdi, utandı. Utandırmak değildi aslında isteğim, yarasına merhem olabilseydim keşke… “Seni sokak ortasında ağlatan utansın” diyebilseydim. Elimi omzuna dokundurabilseydim… Ama yapamadım. Herkes birbirine öylesine uzak ki çekindim. O acısına, ben hayatıma geri döndüm. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolu yürümeden, ayağına hangi taşlar takılmış görmeden ne yaşadığını anlayamaz biliyorum. Ancak unutulmaması gereken hayat paylaşınca güzeldir… Söyleyemedim…