Her yere düşen yaprakta, yağan ilk karda ve baharın ilk çiçeklerinde dolardı gözlerim. Tomurcuklaşmaya başlayan erik dalları ise tebessüm etmemin yoldaşı oldu. Erik dalları çiçek açınca sevdiklerime kavuşma zamanı geldiğini bildirirdi.
Kavuşmalar hep kısa sürdü. Her Ağustos sonu geldiğinde tek tek eksildiler. Okulum burada (köyde) olduğu için kalan daima ben oldum. Onlar giderdi ben arkalarından bakardım, gözden kaybolduklarına emin olduğum an odama koşar kafamı yastığa gömüp, avazım çıktığı kadar sessizce ağlardım. Evde ki curcunanın bir anda kayboluş hissini kalemime bile anlatamıyorum. ” Bir gün onlar kaldığında ben gideceğim” diye sayıklar, düşler kurup dururdum.
Yalnız değildim ama insan yinede düşünüyor hele ki çocuksa. Gidişler üzüyordu ama tekrar geleceklerini biliyordum. Her seferinde bu bilinçle yarım kalan oyunuma devam etmeyi hiç bırakmadım.
Yüzündeki her kırışıklığa, elinin üzerinde ki belirginleşen damarlara, topuğundaki çatlaklara ve gözlerinde ki yorgunluklara ödemem gereken binlerce borcum var. Sürekli eteğinin dibinde tutmasına, kucaklamasına, koruyup kollamasına bağ bağçe demeden sırtlayıp taşımasına ve her gidişlerin arkadında sırtımı dayayabildiğim insana burdan teşekkürlerimi iletiyorum.
Gidene değil kalana zormuş, çocukken ögrendim.