Bir kulüp ki isyanla kuruluyor. Evet, yanlış okumadın, gayet de bir isyan sebep kuruluşuna. İşte o kulübün adı “Göztepe”…
İzmirli olmak kahvaltısını boyozla yapmaktan, simit yerine gevrek demekten, Alsancak çimlerde oturmaktan, Kordon’da yürüyüş yapmaktan, Konak Saat Kulesinden, İnciraltı Sahilevlerinden ibaret değildi. İzmir demek, Göztepe demekti. Şehrine bu denli sahip çıkan o topluluk, şehrinin biricik takımının öylece yok olup gitmesine izin veremezdi elbette.
Issız kuytu köşelerden and olsun ki döneceğiz!
2003/04 sezon sonu Süper Lig’e veda edilerek başlayan çöküş durmak bilmiyordu. Her alanda düşüşteydi Göztepe, hem mali ve idari, hem de sportif. Bilirdik ki eksilmeyen tek şeydi Göztepe taraftarının sonsuz sevgisi ve tam desteği. Fakat o kara günler, büyük bir isyanın başlangıcı oldu. Söz konusu Göztepe olduğunda her şeyin başlangıcı bir isyandı zaten.
İzmir’in bir başka futbol takımı olan Altay’ın deplasmana giden kafilesi içinde yaşanan bir anlaşmazlık sonucu takımdan ayrılan bazı futbolcular kendi semtlerinin takımını kurmak ister. İşte böyle başlar isyan.
Tarih 14 Haziran 1925…
O malum bestenin dizelerinde anlatıldığı gibi güneş İzmir de bir başka doğdu o gün. Bu sizlere göre bir tarih dersi değildir. Hiçbir kitapta yazmaz, hiçbir öğretmenin dudaklarından dökülmez bu tarihler, hiçbir şair kaleme alamaz onu belki ama Göztepe’nin tarihidir, bir efsanedir her anlamda. 60’ların sonu ve 70’lerin başında bırakalım üç büyükleri, Avrupa’nın köklü dediğiniz takımlarını karşısında diz çöktüren Göztepe’yi büyüklerimizden dinlerdik biz. Anlatılanlar bir masal gibi geldiği içindir belki de “Efsane” diyoruz adına.
Eskiler “Büyük bir çöküş vardı.” diyorlar fakat biz zaten Göztepe’yi 2. Lig’den daha başka bir ligde görmemiştik ki. Haziran 98’de yine şimdiki gibiydi Güzelyalı caddeleri. Zafer sarhoşluğu içinde binlerce taraftar 18 yıl sonra gelen şampiyonluğu ve Süper Lig’e çıkışı trafiği kitleyip umursamaz bir sevinç içerisinde kutluyordu.
İlerleyen yıllarda sevinçten birbirine sarılıp ağlayan o insanlar bu kez de üzüntüden yaslıyordu başını bir yabancının omuzlarına. 2006/07 sezonunda o efsane Göztepe 3. Lig’deydi ve son maçında Alsancak Stadyumu’nda Aliağa Belediyespor’la karşı karşıyaydı. Takım dökülmüştü son 3 sezonda. Ard arda her yıl küme düşüyordu. Borçlar da öyle artmıştı ki alacaklarını tahsil edemeyen futbolcular kaçıp gidiyor, transfer yasağı nedeniyle de altyapıdan gelen 15-16 yaşlarındaki gençlere kalıyordu o formaların ağır yükü. O gün orada binlerce insan ve tek bir duaydı Aliağa’yı yenip ligde kalmak. Fakat işte o son düdükle birlikte tabelada yazan skor gözlerden yaş olup, süzülüp aktı gitti hayalleri gibi. Sanki kulakları tırmalayan bir çığlıktı… Göztepe semtinde ses soluk kesildi sonraki günlerde. Gürsel Aksel Tesisleri’nin önünde sessizce protesto yapan, Güzelyalı Parkı’nda aclik grevine başlamış bir grup Göztepe sevdalısı vardı. Daha sonra “Biz gidiyoruz, gelin kulübünüzü alın.” diyen yöneticilerin gölgeleri dahi yoktu ortada…
“Bittiler artık.” diyorlardı fakat bilmiyorlardı ki her şey daha yeni başlıyordu aslında. 2 Eylül 2006’da yapılan İsyan Yürüyüşü hiçbir şeyin bitmediğinin başlı başına bir kanıtıydı zaten. 3. Lig’e düşüş bu kötü gidişe bir son vermenin en önemli göstergesiydi bir nevi ve sezon başlamadan Göztepe sevdalıları örgütlenerek bir yürüyüş gerçekleştirdiler Güzelyalı Sahili’nde. Binlerce insan hiçbir karşılık gözetilmeksizin inandıkları dava ve gönül verdikleri takım uğrunda haykırışta bulundular. Türk tribün tarihinin en iyi bestesi seçilen İsyan Marşı’nın yazılması ve dillerimize bir sevda türküsü gibi takılması da o dönemdendi.
İşte o tarihten sonra hep böyle haykırdık bütün maçlarımızın son 5 dakikası “Karlı Kayın Ormanı” melodisi eşliğinde. Maç kazanılsın yada kaybedilsin o son düdüğün hemen peşisıra takımın bütün oyuncuları eslik etti haykırışlarımıza. Göz Göz tarihinde ilk kez amatör ligde mücadele ediyordu fakat bu hiç birimizi durdurmaya yetmiyordu. Bir fırtına ki dinmek bilmiyordu. 3. Lig’den kalma ceza nedeniyle seyircisiz oynanacak deplasmana 2 bin kişi gidildi. Stadın duvarlarından veya çevre binaların çatılarından destek verildi bu takıma.
Güzelyalı caddeleri hareketlendi yeniden. Şampiyonluk kutlamalarında asılan o devasa bayraklar sandıklardan çıkıp Mithatpaşa Caddesi’ni, “Bu işyeri Göztepe’mizi seviyor ve destekliyor.” yazılı çıkartmalar da dükkanların vitrinlerini süslemeye başlamıştı çoktan. Bir semt, bir takım küllerinden böylesine yeniden doğuyordu. Güneş gülümsüyordu sanki şehrin en tepesinden bizlere. Maç olmayan o sıradan günlerde bile Göztepe’den geçmekte olan bir aracın kornası ile “Göz Göz” çekmesi alışılageldik bir hareketti. Formalar, atkılar zaten günlük aksesuarlarımızdı.
Altınbaş Holding’in TMSF’ye devredilen kulübü satın alması ile hem sportif hem de idari anlamda kalkınma başlamıştı. İlk başlarda bu durumdan oldukça rahatsızdık aslında. “Bir şirket çatısı altında yaşam sürmek yakışmaz bize.” diyorduk her defasında. Taraftar kendi şirketini kurup ihalede takıma sahip çıkmaya bile kalkıştı fakat sonuç olumsuzdu. Korkulan şey armanın, ismin, renklerin ve topyekûn takımımızın elden gitmesiydi esasında. Fakat yapılan yatırımlar, ödenen borçlar, tesisler, transferler derken Göz Göz kendine gelmişti çoktan.
Kulüp başta olmak üzere taraftar da kendine gelmeye başladı geçtiğimiz üç sezonda. Tribündekilere baktığınızda yaş ortalamasının en fazla 25’in altında olduğunu söyleyebiliriz. 1969 ve 1970’te başarıları yaşamamış, hatta hayatlarında şampiyonluk tatmamış on binlerce insan her hafta sonu, ister deplasman, ister Alsancak Stadı olsun büyük bir heyecanla koşuyordu maçlara. “Büyüklerinizin taraftarları anlayamaz.” diyordu semttekiler. Gerçekten de öyleydi. Üç büyüklerden biri dört sene üst üste küme düşse, bütün varlığı elinden alınmış vaziyette kendilerini amatör kümede bulsa; o sözde büyük taraftar grupları yönetim desteksiz hangi maça binlerce kişi giderdi acaba? Bakın bu sorunun cevabı yok işte çünkü büyük takımı herkes tutar fakat bizimkisi bir hastalıktı. Bu öyle bir hastalık ki, Göztepe sevdalısı Sinema-Televizyon öğrencisi Kemal Telci’nin hazırladığı “İsyan: Bir Haykırış Öyküsü” adlı belgeseli Türkiye’de taraftarlık daha da ötesi Göztepelilik üstüne çekilen ilk ve tek belgesel olma özelliği taşıyor.
Bir maç sabahı düşünün, karşılaşmadan en az 3-4 saat önce başlar tezahüratlar Güzelyalı Parkı’nda.Sokaklar sarı-kırmızı. Çevre semtlerden yüzlerce insan ya arabalarla yada yürüyerek parka gelip toplanır. Bayraksız, atkısız araba göremezsiniz. Maç öncesi muhabbetler, boyoz-yumurta ve çay eşliğinde yapılır. Marşlar söylenerek arabalara dörder, beşer doluşup konvoy yapılır takım otobüsüne. Bütün sahil inler korna sesleriyle, düğüne gider gibi. Konak Meydanı’na gelindiğinde altgeçitte trafik kapatılır, meşaleler yakılır, tezahüratlar daha maça gitmeden kısar sesleri. Maç dönüsü de hiç değişmez bu tablolar. O altgeçit yine kilit, bir de galipse Göz Göz… Takım otobüsü tesislere kadar götürülüp zafer bütün takımla bir kutlanır.
İşte bu güzel günlere böyle geldik biz. 04/06/2017…
14 yıl sonra yeniden hakkımız olan Süper Lig’e geldik. O günü ne siz sorun, ne de biz anlatalım, bir de üzerine evimizi verdiklerindeki mutluluğumuzu anlatmaya kelimelerimiz kifayetsiz kalır. Biz İzmiriz, biz Göztepeliyiz, biz Şanĺı Şerefli, Efsane Göztepemizin en iyi günde, en kötü günde, dünde, bugünde, yarında, amatöre düştüğünde, mahalle maçlarına kaldığında, her anında yanında olacak daimi taraftarlarıyız…
Başta Ali ARTUNER, (Bombacı) Halil KİRAZ, Fevzi ZEMZEM, Gürsel AKSEL, Nevzat GÜZELIRMAK, (Antrenör) Adnan SÜVARİ, Hüseyin YAZICI, Nihat YAYÖZ, (Büyük) Mehmet AYDIN, (Küçük) Mehmet IŞIKAL, Çağlayan DEREBAŞI, Ertan ÖZNUR, başkanımız Mehmet SEPİL, Talat PAPATYA ve üzerimizde hakkı, emeği olan çalışanlar da dahil olmak üzere bu formayı hakkıyla terletmiş/terletmekte olan gelmiş geçmiş tüm camiamıza sonsuz teşekkür, sevgi ve saygıyla…