Hiçbir zaman tekdüze bir hayata sahip olmadım. İnişlerim, çıkışlarım, dibe vuruşlarım, yükselişlerim, pes edişlerim… Her daim benimleydiler fakat hep farklı farklı zamanlarda çaldılar kapımı. Onları her daim buyur edemedim içeri içtenliğimle. Onları oldukları gibi kabul edemedim, ben doğrularım ve yanlışlarım ile bir bütünüm diyemedim, ders çıkarmam gereken birçok şeyi elimin tersiyle bile bile ittim.
Hayatta her zaman iyi şeyler yaşayamadığımızın çok geç farkına vardım. Sevdiklerimizi kaybettiğimizin, onları bir daha görememe korkusuyla baş başa bırakıldığımızın, hiç ummadığımız kişiler tarafından tokatlandığımızın ya da o en çok değer verdiklerimizden en büyük kazıklarımızı yediğimizin. Tüm bunlar başımıza geldiğinde de bir daha hiç toparlanamayacakmış gibi darmadağın hissettiğimizin.
Sonra ne mi oldu? Günlerin öyle ya da böyle gelip geçtiğini, hayatın aynen akışında devam ettiğini fark ettim. İstemsizce bu akışın içinde olduğumu, zaman zaman kaybolduğumu ve bazen de “günler ne çabuk gelip geçiyor, bak cuma geldi yine işte” demekle yetindiğimi fark ettim.
Babamın hep söylediği bir söz geliyor işte tam da burada aklıma. “Hayat tecrübe ile sabittir kızım, sen ne yaparsan yap, onu yaşaman gerekiyorsa yaşar, payına düşeni alırsın.”