1979 Devrimi ve özellikle Ahmedinejad döneminden sonra İran’ın Batı ile ilişkilerinin zayıflaması sonucunda Çin bir tek umut ışığı olarak kalmış ve İran, Çin’le olan ilişkilerinde sıkça taviz veren ülke konumuna gelmiştir. ABD kapitalizmini ‘şeytanlaştırıp’ ‘Batı müstemlekesine’ savaş açan İran yönetimi, bir başka kapitalizme üstelik kapitalist emelleri uğruna Doğu Türkistan’daki Müslümanları soy kırıma tabi tutan Çin Komünist Diktasına kapılarını sonuna kadar açmıştı.1979 Devrimi’nden sonra İran’ın “Ne Batı Ne Doğu, Bir Tek İslam Cumhuriyeti” sloganı, yerini artık Doğu’ya bakış stratejisine vermiştir. Devrimin ilk aşamalarında hedeflerinden biri olan İslami yaymak ve Müslümanlara sahip çıkmak politikası, Çin’le olan ilişkiler esasında yerini müsamaha politikasına vererek Çin’in Doğu Türkistan Müslümanlarına yönelik uyguladığı zulümlere ve işgaline göz yummuştu
küfür ve zulüm diyarında bulunup oradan çıkma imkânı bulmayan, Müslümanlardan imdat bekleyen Müslümanlar için“mustaz’af kavramını kullanan İran Zalim Çin tarafından soykırıma tabi tutulan Müslüman Doğu Türkistan Türklerini görmezden geliyor, Çinin zulmüne ses çıkarmıyor. İsmi İslam cumhuriyeti olsa da bir mezhep cumhuriyetidir İran.
Bundan önce İran güdümlü bazı haber siteleri “İmam Hamaney” dedikleri İran’ın dini liderinin Doğu Türkistan sevdasını anlatıyorlardı ve hiçbir kanıtı olmayan hikâyelerle Hamaneyi’nin, İran Cumhurbaşkanlığı döneminde Çin’e ziyaret gerçekleştirdiğini, ziyareti sırasında Kaşgar’da Cuma namazı kılmak istediğini, aksi takdirde ülkesine geri döneceğini söylediğini belirtiyorlardı.
İran’ın dini liderini kutsayan bu kaynaklar ayrıca Hamaneyi’nin 1989’da Kaşgar’da kıldığı Cuma namazına yüzlerce km öteden katılanlar olduğunu ve herkesin mutluluktan ağladığını yazarlar!
İRANIN DOĞU TÜRKİSTANDA ŞİİLİĞİ YAYMA GİRİŞİMLERİ
Doğu Türkistan’da 6 bin Şii olup Yarkent, Poskam gibi ilçelerinde yaşayan Uygurlar (tahminen Şii mezhebine ve on iki imama mensupturlar. Onlar kendilerini “Şii mezhebine inanan Uygur” olarak adlandırırken yerli halk tarafından “rafiz”“Keşmirli”, “Bartlı” olarak adlandırılmışlardır Çin hükumeti tarafından bütün İslam’ı etkinlikler yasaklanırken, İranlı din adamlarının Şiilik tebliğlerini rahat yapmalarına, hatta açık alanda Doğu Türkistanlı Şii müritleri ile birlikte muharrem ayinlerini düzenlemesine izin verdiği haberleri gelmişti. 35 milyonluk Doğu Türkistan’da İran – Çin ortak çalışması neticesinde Şii nüfusu 40 bini aşmış durumdadır.
İran’ın Doğu Türkistan’da Hüseyniyeler (Şiilikte matem için açılmış dini mekanlar) açtığı, Kerbela olayını anma etkinlikleri düzenlediği, gençleri Şii medreselerinde okumak üzere İran’a götürdüğü, Doğu Türkistan’da da Şii medreseleri açıldığı, İran tarafından halk arasında Kerbela’yı ziyaret etkinlikleri düzenlendiği bilinen bir gerçek İran’ın Kültür ve İrşad bakanının da İran’ın Doğu Türkistan’daki faaliyetlerini doğrulamıştı.
DOĞU TÜRKİSTANDA ŞİİLİĞİN TARİHİ
16. yüzyılın başında Uygurlar tamamen Müslümanlaştı. “Uygurlar tarihi gelişiminde kültürel ve siyasi olarak iki farklı bölgeye ayrıldı. Bu bölgelerden ilki, İslam dininin kültür ve siyasi merkezlerinden biri olan Kaşgar, diğeri ise Budizmin kültür ve siyasi merkezi olanTurfan’dır. Yarkent Hanedanlığı döneminde (1514-1680) bu iki bölge birleştirildi ve Uygurların tamamı Müslüman oldu. Bu iki bölgenin birleşmesiyle Uygurlar diğer milletlerle kültürel etkileşim sürecine girdi. Sonuçta köklü bir millet bazı değişim ve dönüşümler geçirmiştir” (Wei Liang Sou 1998). Uygurların İslam dinini kabul etmelerinde Sünni mezhebi ve sufi düşüncesi önemli rol oynadı. Bunların yanı sıra Şii mezhebi de az çok Uygurların inanç siteminde etkisini gösterdi.Coğrafi açıdan Yarkent Doğu Türkistanın bölgesinin güneybatı yönü, Kunlun dağının kuzey yönünde olup yüksekliği Kunlun dağı ve Pamir yüksekliğine yakındır. Yarkent’in bu önemli coğrafi ve ekolojik özelliklere sahip olması çeşitli kültürlere ev sahipliği yapmasında önemli bir etken olmuştur. Yarkent halkı kendi kültürlerini devam ettirmekle birlikte yaşadıkları diğer milletlerle de etkileşim içinde olmuşlardır. Ekonomik ve siyasi açıdan Yarkent Hanlığı devrinde Yarkent siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan önemli bir merkez olmuştur. Yarkent Hanedanlığı’nın kurucusu Sultan Seidhan, Hindistan Wor Hanedanlığı’nın kurucusu Baburhan ile kuzendir. Ayrıca bu iki hanedanlık birbirine komşudur. Bu yüzden her yönden ilişkileri güçlüdür. Tarihi kaynaklarda da bu açıkça görülmektedir. “Hristiyan takviminde17. yüzyılın başında Portekiz misyoner Benedict Goes, Yarkent ve Kaşgar şehirlerinde Kabul, Keşmir, Hindistan’dan gelen tüccarların ticaret yaptığını görmüş”
“18. yüzyılın ortası ve son dönemlerinde eski ipek yolunun güney yönündeki orta yolundan açılan kuzu yünü koridoru Yarkent’ten Merkezi Asya’ya doğru yola çıkar,Yarkent Şarkı Türkistanın Tibet, Merkezi Asya ve Batı Asya yollarına açılan kapısıdır. Çin İşgalindeki Doğu Türkistan bölgesinin ticari merkezidir” . 19. yüzyılın büyük Uygur tarihçisi Molla Musa Sayrami “Tarihi Eminiye” ve “Tarihi Hemidiye” adlı eserlerinde o dönemdeki Yarkent hakkında şunları yazmıştır: “Yarkent ise Keşmir, Hindistan, Afganistan, Bedahşan gibi şehirlerden gelen yabancıların yoğun olarak yerleştiği bir şehirdir” (Molla Musa Sayrami1988). 1900-1901 yıllarında İngiltereli arkeolog Mark Awrel Stein Doğu Türkistanda çok sayıda arkeolojik araştırma yapmıştır ve yerli halkın adetlerine dair kıymetli bilgilere ulaşmıştır.O, Yarkent hakkında: “Şuna inanın ki Yarkent çok sayıda millete ev sahipliği yapan ve çeşitli özelliğe sahip bir yerdir. Buradaki halk Vahan, Şıgnan, Bedahşan ve İran dilli bölgelerden gelmiştir. Keşmir ve Ladak’tan gelen insanlar çoktur, hatta küçük Bartistan’dan gelen insanlar da vardır… Herhangi bir milletle karşılaştığım zaman, kendimi yine Hindistan ve onun sınırlarına gelmiş gibi hissediyorum… Bu insanlar eşlerini memleketlerinde bırakırlar.Burada yerli kadınlarla evlenirler. Bu sebeptendir ki iki veya üçüncü kuşaktan sonra atalarının dillerini kaybederler” demiştir. Yarkent’teki Şiiliği benimseyen toplumlar hakkında ilk bilgiyi veren kişi İsviçre bilim adamı Gunnar Jarring olsa gerektir.1930 yılında halktan edinilen bilgilere göre “Yarkent’te Hindistan, Bedahşan ve başka yerlerden gelen az sayıda Şiiler vardır”
Şimdiki Yarkent Şii Müslümanları: “Bizim atalarımız Keşmir, Afganistan, Hindistan, Pakistan vs. ülke ve bölgelerden ticaret nedeniyle gelip Yarkent’de yerleşmiş” demektedirler. Tarihi kaynaklar da bu sözleri doğrulamaktadır. “Atalarının çoğu Belucistan ve Keşmir’den”gelmiştir.
Yarkent’teki Şii Müslümanlar, Uygur İslam kültürünün özel bir toplumsal grubunu teşkil eder. Uzun tarihi dönemde onlar kendilerini Şii mezhebinin mensupları olarak görmüşler Yarkent ilçesinin Tömür Hoca Mahallesi’nin beşinci sokağındaki Dolkaza camisi buradaki Şii toplumunun tek camisidir camiyi merkez yaparak inançlarını ve kültürlerini korumuşlardır.
Şii Müslümanları da İslam dininin kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak,zekât vermek ve hacca gitmek gibi beş şartını kabul ederler. Onların sadece bazı noktaları Sünni Müslümanlardan farklıdır. Şii Müslümanların kelime-i şehadeti şu şekildedir: “Ben tanıklık ederim ki Allah birdir ve tektir; yine tanıklık ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir ve yine tanıklık ederim ki Ali Allah’ın dostudur”. Sünnilerle karşılaştırdığımızda Sünnilerde “Ali, Allah’ın dostudur” şeklinde bir ifade yoktur. Bu aynı şekilde ezanda da bellidir. Örneğin; “Tanıklık ederim ki Ali Allah’ın dostudur, tanıklık ederim ki Ali Allah’ın elçisinin varisçisidir”. Namaz konusuna gelindiğinde, Yarkent’teki Şii Müslümanlar günde beş vakit namazı, Cuma namazını ve bayram namazlarını kılarlar. Namazda okunan sureler ve namazın kılınış şekli Sünni Müslümanlarınkinden pek farklı değildir, fakat Şii Müslümanların namazlarında secdegah çoktur.
Oruç tutmada ve zekât vermede de pek bir fark yoktur. İslam’ın beş şartından bir diğeri olan hacca gitme konusundaki bazı farkları İmam Erkincan Yusuf şöyle açıklar: “Sünni ve Şii Müslümanların hac tavafında büyük bir fark yoktur, farklı olan Şii Müslümanların Kâbe’yi,Peygamber’in mezarını ve Mescid-i Aksa camisini tavaf ettikten sonra Hz. Fatma ve on iki imamın mezarını tavaf etmeyi kendilerine borç olarak bilmeleridir. Biz Mekke’deki Kâbe’yi ve Medine camisini tavaf eden kişilere hacı diyoruz, Hz. Fatma ve on iki imamın mezarını tavaf eden kişiye ise ‘zevvar’ diyoruz.”
Yarkent’teki Şii Müslümanlar Kaşkar ve Hoten’deki mezarlara gitmezler. Onlar diğer Müslüman toplumlar gibi on iki imamın mezarının Suudi Arabistan, İran ve Irak gibi ülkelerde olduğunu düşünürler. Bu yüzden onlar insanların oralara gidip tavaf etmesi gerektiğini söylerler. Fakat gidemeyenler Yarkent ilçesindeki Şii Müslümanların camisinde Hz. Muhammed (s.a.v.), Fatma ve Ali için dikilen sancakları öperek ibadet ederlerse yine ibadetlerinin kabul olacağına inanırlar. Yarkent ilçesinin Yar köyünde Şii mezhebine mensup üyelerin mezarları vardır. Bu mezarların dört tarafı duvarlarla kapatılmıştır,Büyüklüğü ise altı dönümdür. Şii Müslümanların atalarının çoğu buraya defnedilmiştir. Bu mezarın ismi eskiden “Keşmirliler Mezarlığı” olarak adlandırılırken, 1995 yılında mezarlığın adı “Şii Müslümanları Mezarlığı” olarak değiştirilmiştir. Şimdi bu mezarlıkta onarım çalışmaları yapılmaktadır. Eğer Şii mezhebine mensup birinin akrabası vefat ederse,onlar toplanarak buraya gelip vefat eden kişinin mezarı önünde Kur’an okurlar.
DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU
1 – DOĞU TÜRKİSTAN’IN KISA TARİHİ
Doğu Türkistan, Türklerin eski yerleşme alanlarından biridir ve bölgeye ilk hâkim olan Türk devleti, Hunlardır. Makedonyalı İskender’in M.Ö. 326’da mağlup edilmesinden sonra M.Ö. 300 yıllarından itibaren Türk birliğini kurma çabalarına giren Hun devleti, Doğu Türkistan’ı kendisine bağlamıştır. Doğu Türkistan coğrafyası bu tarihten sonra sırasıyla; Hun (M.Ö. 220-M.S. 386), Tabgaç (386–534) ve Göktürk (550–840) hâkimiyetinde kalmıştır (Gül, 2007: 253).
Doğu Türkistan’da ilk Çin istilasının vuku bulduğu 1759’dan bu yana 200’den fazla silahlı ayaklanma olmuştur. Doğu Türkistan Türkleri üç defa özgürlüğünü elde ederek bağımsız devletlerini kurabilmişlerdir . Bu devletler şunlardır:
Kaşgar (Doğu Türkistan) İslam Devleti
Kısa süre içinde şehir devletlerini idaresi altına almayı başaran Yakup Beg, Doğu Türkistan’da Kaşgar Emirliği’ni kurmuştur. 1863’te bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan devleti; Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanındı. Ancak bu bağımsız Türk devletinin ömrü kısa oldu. 1877 yılında İngilizlerin 400 milyon sterlin yardımı ve Rusların silah desteği ile Çin İmparatorluğu tarafından işgal edildi ve 1884’de Sincan, yeni topraklar adı ile 19. eyalet olarak Mançu – Çin İmparatorluğa bağlandı.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti
- yüzyılın başlarında Türkistan’da başlayan milliyetçilik akımının sonucunda 1933 yılında Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Türkistan Cumhuriyeti 1937’ye kadar 4 yıl süre ile ayakta kalabilmiştir. Nitekim bu Türk devleti de yine Rusya’nın Çin’e fiili askerî desteği ve yardımı ile ortadan kaldırılmıştır.
Doğu Türkistan Cumhuriyeti
1944’de Gulca’da kurulan Şarki Türkistan Azatlık Teşkilatı’nın önderliğinde “Üç Vilayet İnkılabı” olarak bilinen ayaklanmanın başarıya ulaşamaması ile Gulca merkezli Doğu Türkistan Cumhuriyeti tekrar kurulmuştur. Yalta Konferansı’nda Batılı Liderlerin gaflet ve ihanetleri sonucu Doğu Türkistan, Çin’in kontrolüne bırakılmıştır. Aksu’yu fetheden ve Başkent Urumçi’yi kuşatan Doğu Türkistan Millî Ordusu, Stalin’in tehdidi ile durdurulmuştur. Çin’de iktidarı ele geçiren Mao liderliğindeki Kızıl Çin Kuvvetleri, 1949’da Rusya’nın askerî yardımı ile Doğu Türkistan’a girerek ülkeyi tekrar işgal etmiş ve kurulan Türk Cumhuriyeti’ni yıkarak lider kadrosunu katlederek ülkeyi işgal altına almıştır. O, tarihten itibaren Doğu Türkistan’da baskı, zulüm, işkence, asimilasyon ve ırki soykırım uygulamaları günden güne artarak devam etmektedir (DTV).
2 – DOĞU TÜRKİSTAN’IN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Doğu Türkistan, büyük Türkistan’ın bir parçasıdır. Büyük Türkistan, batıda Hazar Denizi’nden doğuda Altay ve Altın Dağları’na; güneyde Horasan ve Kakakurum Dağları’ndan kuzeyde Ural Dağları ile Sibirya’ya kadar uzanmaktadır.
Doğu Türkistan; büyük Türkistan’ın doğusunda ve Asya kıtasının tam ortasında bulunmaktadır. Güneyde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet, güneybatı ve batıda Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyde Sibirya ve nihayet doğu ve kuzeydoğuda Çin ve Moğolistan ile sınırdır.
Büyük Türkistan diye adlandırdığımız bölgenin önemli bir parçasını oluşturan Doğu Türkistan bölgesi, Türklerin en eski yerleşim alanlarından biridir .
Doğu Türkistan’ın yüzölçümü değişik rakamlarla ifade edilmektedir. Ancak araştırmacılar tarafından kabul edilen yüzölçümü 1.828.418 kilometrekaredir. Doğu Türkistan’ın önemli Şehirleri Urumçi, Kaşgar, Kumul, Aksu, Turfan, Gulca, Yarkent, Kuçar ve Hoten, Altay ve Çeçek’tir .
Batıda Pamir Platosu’ndan Çin’e kadar uzanan Tanrı Dağları; Doğu Türkistan’ı Tarım Havzası ve Çungarya Havzası, olarak ikiye ayrılır. Tanrı Dağlarının yüksekliği 4.000 metre civarındadır. Bu dağların en yüksek tepesi olan Han Tanrı Tepesi’nin yüksekliği, 7.439 metreye ulaşır. Bu dağların eteklerinde oldukça müsait otlaklar, hayvancılığa elverişlidir .
3- DOĞU TÜRKİSTAN NÜFUSU ve ÇİN HÜKÜMETİNİN BÖLGEDEKİ NÜFUS POLİTİKASI
Günümüzde Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri olarak bilinen Doğu Türkistan’daki Türklerin sayısı hakkında net bir rakam bulunmamaktadır. Ancak Doğu Türkistan Vakfı, Doğu Türkistan’daki Türklerin nüfusunu 30 milyon, National Bureau of Statistics of China, bölgedeki nüfusu 22 milyon civarı olarak yazmakta ve bu nüfusun yarısının Türklerden oluştuğunu belirtmektedir (İHH), Doğu Türkistanlı tarihçi Rüstem Sadri’ye göre 1944-45 yıllarında bölgenin nüfusu 3.300.000’dir. Sadri; Uygurlar (2.500.000), Kazaklar (320.000) ve Kırgızlar (60.000) olmak üzere toplam nüfusun %90’ının Türk asıllı halklardan oluştuğunu (Özbekler ve Tatarlar dâhil), geri kalanının da Çinliler (202.000), Huiler (93.000), Moğollar (63.000), Ruslar, Tacikler, Mançular, Hindular, Şibeler ve Çingeneler gibi etnik gruplardan müteşekkil olduğunu belirtmiştir .
1949’da Doğu Türkistan nüfusunun %86’sı Türklerden oluşmaktaydı. Günümüzde, nüfusun zorla göç ettirilmesi ve bölgeye Çinlilerin transferi, nüfus sayısı Türklerin aleyhine değişmiştir .
2001 yılında yapılan resmî nüfus sayımına göre ise Uygur Türkleri nüfusun %46’sını, Han Çinliler %39’unu, Kazaklar %7’sini, Huiler %4,5’ini, Kırgızlar da %0,9’unu oluşturmaktadır. Buna Tatarlar, Özbekler ve Taciklerin dâhil edilmesiyle toplam nüfusun %60’ını Müslümanların oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Bu rakamlara bakıldığında günümüzde normal şartların altında nüfusun yüzdesinin aynı oranda olması beklenilmektedir. Ancak Çin hükümetinin zorla göç (Hapis, İşkence, İşsizlik vb.) ve iskân politikaları sonucunda, bölgenin demografik yapısı değişmiştir.
5 – DOĞU TÜRKİSTAN’IN ÖNEMİ
Türk milleti için önem teşkil eden bu bölgenin tarihi, coğrafyası, kültürü ve siyasi yapısı kuşkusuz diğer medeniyetler için de önemli bir merkezdir. Her bakımdan Türk milleti için bir miras barındıran bu bölge için Çinliler ise ‘‘Sinkiang’’ (Yeni Sömürge) adını kullanmaktadır ).
Tarihî İpek Yolu rotası üzerinde bulunan Doğu Türkistan toprakları çok erken dönemlerden itibaren Asya kıtasında Doğu-Batı ticaretinin süregeldiği, bu sebeple halkların, kültürlerin, dillerin ve dinî inançların buluştuğu, iç içe geçtiği ve sürekli etkileşim içerisinde olduğu bir bölgede yer almıştır. Bu açıdan Doğu Türkistan’ı Arap-İslam, Avrupa, Çin ve diğer Asya medeniyetlerinin buluştuğu bir kültür mozaiği olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır.
Doğu Türkistan yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından da dünyanın en zengin ülkelerinden birisidir. Nitekim Çin’in eski Başbakanı Zhou Enlai, Doğu Türkistan için “Hazineler Ülkesi” tabirini kullanmıştır. Çin’in resmî yayın organlarından Beijing Review Dergisi’nin Kasım 1991 tarihli ve 25 sayılı nüshasında, Doğu Türkistan’ın zenginliği şöyle açıklanmaktadır: “Çin’de bilinen 162 maden rezevinin122’si Doğu Türkistan’dadır. Bu ise toplam rezervin %75.3’ü demektir. Bu madenlerin 6’sı ise Çin’in en büyük maden zenginliğidir. Doğu Türkistan’ın hesaplanan kömür rezervleri 1 trilyon 600 milyar tondur. Bu ise Çin’in toplam rezervlerinin 1/3’üdür. Doğu Türkistan’daki petrol ve doğal gaz rezervleri 28 milyar ton olup Çin’in toplam kapasitesinin 1/4’üdür. Ayrıca altın madeni bakımından da dünyanın en zengin rezervlerine sahiptir. Bilinen altın madenlerine ilaveten Cungar havzasında, İli bölgesinde ve dağlık Altay yöresinde aşırı derecede zengin yeni altın kaynakları bulunmuştur. Doğu Türkistan’ın yüzden fazla tuzlu gölünde, Çin’e 200 sene yetecek kadar tuz mevcuttur. Ayrıca Doğu Türkistan’da 50 milyon hektar mera bulunmaktadır ve bu miktar Çin’in %23’ü meralarına tekabül etmektedir .
The Muslim World adlı derginin 28 Ekim 1972’de yaptığı haber dikkat çekicidir. Habere göre bölgedeki petrol rezervinin, İran ve Irak’ın sahip olduğu rezervin 10 katı büyüklüğünde olduğu belirtilirken Çin’in, bu kaynakları sömürerek elde ettiği bir gerçektir .
Birçok uzman Çin’in Doğu Türkistan’a önem vermesinin sebebini var olan doğal kaynaklarla açıklamaktadır. Ancak Çin’in Doğu Türkistan’a önem vermesi zengin doğal kaynaklarından ziyade bölgenin stratejik öneminden kaynaklanmaktadır. Çin ekonomisinin petrol ve hammadde konusunda dışa bağımlı olması ve güneyden deniz yolunun ABD’nin sıcak tuttuğu Tayvan sorunu nedeniyle rahat kullanamaması Doğu Türkistan’ı, Çin’in Asya pazarına ulaşmak için önemli bir konuma getirmektedir .
6 – DOĞU TÜRKİSTAN’DA ÇİN’İN UYGULADIĞI İÇ SÖMÜRGECİLİK MODELİ
Amerikalı sosyolog Hechter iç sömürgecilik modelinde, siyasi bütünleşmenin esnekliğine ve topluluklar arasındaki ekonomik dengesizlikleri kültürel farklılıklara bağlayarak, çevre bölgelerde rastlanan kültürlerin millî kültüre direndiğini belirtmektedir. Çevre bölge ekonomisi merkezin eksikliklerini giderici bir nitelik taşır. Çevre halkları daha düşük bir yaşam standartlarına sahiptir ve buna bağlı olarak hissettikleri yoksunluk duygusu daha yoğundur. Bu ekonomik bağımlılık askerî ve siyasal baskıyla pekiştirilir. Dil ve din gibi kültürel farklılıkları temel alan ayrımcılık gündelik bir olgudur .
Doğu Türkistan’ın önemini tartıştığımızda bölgenin doğal kaynakları, stratejik konumu ve ayrıca dil ve din farklılığıyla bu bölgedeki iç sömürgeciliğe açıklık getirebiliriz. Çin hükümeti bu sömürgeciliği askerî ve siyasi güçle pekiştirerek, Doğu Türkistan milletinin gündelik yaşam biçimini de etkilemeye çalışmaktadır. İç sömürgeden bahsederken sadece ekonomik olarak düşünmek yanlıştır. Buradaki insanların dili ve dini yasaklanarak, bölge halkını işsiz bırakarak merkeze doğru göçe maruz bırakılması hem oradaki Türklerin irtibatlarının kesilmesine sebebiyet vermekte hem de başka kültürün empoze edilmesini sağlamaktadır.
İç sömürgeci model Avrupa’nın göbeğinde sanayileşme sürecini tamamlamış toplumlarda görülen geri kalmışlığı açıklar. Topluluklar arası kültürel farklılıklar (dil-aksan, dini alışkanlıklar, vb) arttıkça, ezilen topluluğun üyeleri arasındaki dayanışma da artacaktır.
7 – ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DA ASİMİLASYON ve AYRIMCILIK POLİTİKASI
Bölgede uzun süre Rus hâkimiyetinin ve zulmünün yaşandığı bilinirken, Rusya, Batı Türkistan topraklarından dolayı bağımsız bir Doğu Türkistan’ı hiçbir zaman istememiştir. Rusya kendi topraklarındaki Türklerin ayaklanmasından ve bölgenin tekrar Türkistan olarak bağımsızlaşmasından çekinmiştir. Bu nedenle Rusya Çin’in İngiltere’yle birlikte en büyük destekçisi olmuştur. 1944’de kurulan devletin lideri Ali Töre’yi kaçırarak 1976’ya kadar Taşkent yakınlarında gözaltında tutmuştur. İngiltere’nin de Hindistan’dan dolayı bölgenin bağımsızlığını istemediği bilinirken her iki devlet Osmanlı toprakları konusundaki çıkarları nedeniyle bölgeyi Çin’e bırakmayı ve uzaktan kontrolü uygun görmüşlerdir .
Doğu Türkistan’da bir milyon kadar askerini silah altında tutan Çin, Doğu Türkistan’da Müslümanların attığı her adımı kontrol etmekte. Yollarda kurulmuş olan askerî denetim noktalarında tüm araçlar tek tek durdurulup kontrol edilmektedirler. Bu denetim sırasında kadınlar tacize uğramaktadırlar .
7-1 – Zorlu İş Göçü;
Doğu Türkistan, Çin genelinde Çin hükûmetinin “zorunlu çalıştırma” politikasının uygulandığı (cezaevleri hariç) tek bölgedir. Doğu Türkistanlılar arasında “Haşar” olarak adlandırılan sistemde, çiftçilikle geçimini sağlayan aileler, aile fertlerinden bir kişiyi yılın belirli zamanlarında iki ya da üç hafta süreyle tarım, altyapı çalışmaları ya da diğer kamu alanlarında çalıştırılmak üzere Çin’in kilometrelerce mesafedeki iç bölgelerine göndermeye zorunlu tutulmaktadır. Kişilere çalışmalarının karşılığı olarak herhangi bir ücret ödenmemekte, kalacak yer ve yol masraflarını da yine kendileri karşılamak zorundadırlar. Çalışacak birey göndermeyen ailelere para cezası kesilmektedir. Ailede çalışmaya gücü yeten bir erkeğin bulunmaması durumunda çocuk ve yaşlı kadınlar bu şartlarda çalışmaya mecbur tutulmaktadırlar. Haşardan farklı bir uygulama olarak yine, 14-25 yaş arası genç kızlar ve erkekler zor kullanılarak Çin’in iç ve doğu bölgelerine çalışmaya gönderilmektedir. 2002’de başlatılan işçi ihraç programı kapsamında kırsal kesimde yaşayan her aileden en az bir kişi alınarak şehirlerdeki fabrikalarda çalışmaya gönderilmekte ve rıza göstermeyen aileler ağır para cezasına çarptırılmaktadırlar. Çin hükûmeti, programın amacını Han Çinlilerle Uygurlar arasındaki diyaloğu arttırmak olarak açıklamaktadır. 5 Temmuz olaylarının yaşandığı Guangdong gibi bölgelerde Çin fabrikalarında ucuz işçi olarak çalıştırılan Doğu Türkistanlı gençlerin kimi vakalarda fuhuşa sürüklendiği de yerel kaynaklar ve diaspora örgütleri tarafından verilen bilgiler arasında yer almaktadır .
7-2- Hapis ve İşkence;
Hapishaneler birer işkence merkezine dönüşmekte olup gizlice ibadet yapmaya çalışanlara yönelik ağır işkenceler uygulanmakta ve cezalar verilmektedir. Doğu Türkistanlılar uğradıkları işkence sonucunda genellikle ya hayatlarını kaybetmekteler ya da ciddi sağlık sorunları yaşamaktadırlar.
Doğu Türkistan direnişinin önderlerinden olan ve yıllar boyunca Çin hapishanelerinde tutuklu kalan Hacı Yakup Anat’ın hapishanelerde uygulanan işkence metotları ile ilgili aktardıkları bilgiler ürkütücü boyuttadır. Hacı Yakup Anat hapishanelerde kaldığı sürede mahkûmlara uygulanan işkence metotlarını şöyle aktarmıştır:
- Tırnak altına iğne batırma, 2. Erkek mahkûmların cinsel organına çubuk sokma, 3. Mahpusları ağaç kazığa oturtma, 4. Sol elini masaya [metal çiviyle] çakıp, sağ eliyle itirafname yazdırma, 5. Çemberle kafatasını sıkıştırma, 6. Buruna biber suyu akıtma, 7. Çıplak bedene ısıtılmış yağ saçma, 8. Aşık kemiğini ezme, 9. Aşil tendonunu koparma, 10. Mahpusların ayak bileklerine (yıllarca) 10 kg ağırlığında pranga takma. 11. Mahpusların ellerine kelepçe takma. Bu cezalarda üç çeşit kelepçe takılır: a. Eller önde, b. Eller arkada, c. Bir el omuz üstünden, bir el omuz altından alınarak çapraz bir durumda bağlanır, 12. Su gölçekineçılaş (boğazına kadar soğuk suya sokma), 13. “Buz koğuşuna” koyup dondurma, 14. Sopalama, 15. Telle kaplanmış kamçılarla çıplak bedeni kırbaçlama …
7-3- Etnik ve Dinî Ayrımcılık;
Türk kökenli toplulukların yoğun olarak yaşadığı bölgede dikkat çeken ilk hak ihlali, 1884 yılındaki işgalden sonra bölge isminin, Çince anlamı “yeni fethedilmiş topraklar” demek olan Sincan (Xinjiang) olarak değiştirilmesi ve “Doğu Türkistan” isminin kullanmasının resmî olarak yasaklanması ile başlar. Bölgenin öneminin farkında olan Pekin yönetimi, bölgedeki iskân politikasıyla demografik yapıyı değiştirmeyi hedeflemektedir. Bugün resmî rakamlara göre, neredeyse Uygur Türkleri ile Han Çinlilerinin nüfusu birbirine yakın hâle gelmiştir. Bu iskân politikasının yanı sıra Uygur kökenli çocuklar, “Sincan Sınıfı” adlı bir program çerçevesinde Çin’in iç bölgelerine götürülerek asimile edilmeye başlanmıştır. Devamında 2003 yılından itibaren “iş gücü fazlasını başka bölgelere yönlendirme” politikası çerçevesinde özellikle genç Uygur nüfusu Çin’in iç bölgelerine taşınarak genel nüfus içerisinde eritilmeye çalışılmaktadır. Bu nakillerde Uygur kızlar öncelikli tercih edilmekte ve kızlar yeni yerleşim yerlerinde hayatta kalabilmek için kayıt dışı sektörlerde çalışmaya zorlanmaktadır.
Pekin’in göç politikasının iki ayağı vardır: Han Çinlilerini fiincang’a yerleşmeye teşvik etmek ve Uygurları da Çin’in iç kısımlarına göç ettirmek şeklindedir. Han Çinlilerinin Doğu Türkistan’a göçünü teşvik etmek için iş garantisi verilmekte, maaşları yüksek tutulmakta, daha büyük konutlar sunulmakta ve doğu bölgelerinde çok sıkı bir şekilde uygulanan ‘tek çocuk’ politikası esnetilmektedir (BÜ raporu, 2009: 9). Bunun yanı sıra Doğu Türkistan’da Türklerin arazileri zorla ellerinden alınarak iskân edilen Çinlilere verilmektedir .
Çin hükümeti dinî inanç özgürlüğüne dair 1982 Anayasası’nın 36. maddesi şöyledir:
“Her bir Çin vatandaşı dinî inanç ve özgürlüğüne sahiptir, devlet, vatandaşın normal dinî faaliyetlerini korur, kimse dini bahane ederek sosyal düzeni bozamaz, insanların sağlığı ile oynayamaz ve devletin eğitim programına karşı çıkma girişiminde bulunamaz; dinî inanç, dinî cemaat ve dinî hareketler dış güçlerin kontrolünde olamaz.”
Çin hükümetine göre “dini inançların özgür olması demek din’in özgür olması demek değildir” ve neyin “normal dini faaliyet” olduğu konusunda da keyfi bir tutum izlenmektedir.
Çin’de ve Doğu Türkistan’da yaşayan, Müslümanlara karşı uzun yıllardan beri baskı politikaları uygulanmaktadır. Doğu Türkistan’da yaşayan Müslümanlar, sadece Müslüman, oldukları için gerek günlük hayatta gerekse dinî hayatta çok fazla sıkıntı çekmektedirler. İslam’ın temel şartlarından olan namaz kılmak, oruç tutmak ve hacca gitmek gibi toplumsal hafızayı dinç tutabilecek uygulamalara, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne de aykırı olmasına rağmen, Çin hükümeti tarafından sınırlamalar getirilmiştir.
Doğu Türkistan’daki camilerin girişlerine asılan bildirilerle kimlerin camiye girebileceği kimlerin giremeyeceği belirtilmektedir. Buna göre devlet memurlarının, öğrencilerin, kadınların ve çocukların camilerde ibadet etmeleri yasaklanmıştır. Ayrıca, bir kişinin kendi mahallesindeki camiden başka bir yerde namaz kılması da yasaklanmış ve uymayanlara ağır cezalar verilmiştir .
7-4- Temmuz 2009 Urumçi Olayları;
26 Haziran 2009’da, Çin’in güney eyaletlerinden Guangdong’un Shaoguan şehrinde bir oyuncak fabrikasında, Uygur işçilerinin iki Han Çinli kadına tecavüz ettiğine dair (ilerleyen günlerde asılsız olduğu anlaşılan) söylentiler çıkmış, meydana gelen olaylarda iki Uygur işçi, Han Çinli işçileri tarafından dövülerek öldürülmüştür. Han Çinliler ve farklı etnik gruplara mensup işçiler arasında zaten gergin olan ilişkiler, Uygur işçilerinin öldürülmesinden sonra iyice gerilmiş ve çıkan olaylarda, görgü tanıklarının ve Uygur kaynaklarının verdiği bilgilere göre, 20’ye yakın Uygur hayatını kaybetmiş, çok sayıda Uygur da yaralanmıştır .
7-5- Zorunlu Kürtaj;
Doğu Türkistan topraklarını işgal eden Çin, Türk toplumunun her türlü davranışına sınırlama getirmektedir, Türklerin doğum yapması yasaklanarak, doğum kontrolü adı altında soykırım yapılmaktadır .
7-6- Çin İstihbaratı, IŞİD Üzerinden Uygur Türklerine Olumsuz Algı Yapıyor;
Bazı kaynaklara göre Çin İstihbarat Örgütü, Uygur Türklerinin IŞİD’e katılmasına gizliden destek veriyor. Böylelikle Uygur Türkleri hakkında olumsuz algı oluşturup onları yalnızlaştırarak onlara baskı uyguluyor ve bunun yanı sıra muhaliflerin kendi ülkelerinden uzak durmasını sağlıyor .
7-7- Eğitim Sorunu;
Sincan Uygur Özerk Bölgesi adlandırılan Doğu Türkistan’da okullarda Uygur Türkçesi azınlık dili statüsünde sayılmaktadır. Ancak Çin sınırları içinde herhangi bir dilin yaygınlaşması potansiyel olarak problemli bir konu olmaktadır .
Türkçe olan 10 binlerce kitabın yakılması ile birlikte, Eylül 2002’den itibaren Sincan Üniversitesi’nde birçok derste Uygur Türkçesi eğitim dili olarak yasaklayan bir resmî politikanın dayatılması da dâhil olmak üzere kültürel haklar üzerindeki kısıtlamalar da son yıllarda ağırlaşmıştır .
Çin Komünist Partisi Merkezi Siyasî Büro üyesi ve Uygur Özerk Bölgesi Komünist Partisi Genel Sekreteri, Doğu Türkistan’daki çift dilli eğitimdeki problemlerle ilgili yaptığı konuşmada en büyük problemin öğretmen eksikliği olduğunu dile getirerek, 3 önerisini şöyle ifade etmiştir;
- Ana okulda Çince eğitime önem vermek.
- Çin dilini iyi bilen ana okul öğretmenleri yetiştirmek
- Ne pahasına olursa olsun Çin’in yüksek menfaati için Çince eğitime geçişi gerçekleştirilmek.
Bu konuşmasında şunları da dile getirmiştir: “Biz ilkokul birinci sınıftan itibaren çift dilli eğitime önem vermeliyiz. Özellikle öğretmenlerin Çince seviyelerini yükseltmeye önem vermeliyiz. Bundan böyle çift dili bilmeyenler öğretmen olamayacaktır. 2004 yılının Mart ayından itibaren ilk ve ortaokullarda eğitim vermek amacıyla Çince öğretmen yetiştirme çerçevesinde 55 bin öğretmene Çince öğretmek için 8 senelik bir eğitim politikasının uygulanması hedeflenmiştir. İki sene içerisinde 3791 öğretmen Çince eğitimden geçirilmiş ancak bu yeterli değildir.” İşte bu yukarıda gördüğümüz konuşmalar aynen uygulamaya geçmiş ve Çince bilmeyen öğretmenler erken emekli edilmektedir. Onlara iki seneye kadar maaş verilmekte ve daha sonra bu maaş kesilmektedir. 2010 yılında ilkokuldan üniversiteye kadar bütün okullarda Çince eğitim hedeflenmektedir .
İKİNCİ BÖLÜM
Çin açısından da İran’ın Doğu Türkistan Müslümanlarına bakışı önemlidir. İran’ın bu konudaki sessizliği ve Doğu Türkistan’daki katliamı görmezden gelmesinin nedeni Çin’in iç politikasına müdahalede bulunmamak amacıyla yapılan bir politikadır. 2009’da Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı katliamı, İran resmî olarak kınamadı ve sadece İran Dışişleri Bakanlığı durumu öğrenmek amacıyla Çin mevkidaşını telefonla aramakla yetindi .
Çin’in Doğu Türkistan’da Müslümanlar aleyhine uyguladığı politika, İran yetkilileri tarafından sessizlikle izlenilmiştir. Ayetullah Makarem gibi resmî olmayan şahıslar tarafından kınansa da hükümet bu konudaki sessizliğini bozmamıştır.
Ayetullah Makarem Şirazi Doğu Türkistan’da Müslümanlara karşı uygulanan baskılara; “Çin’le olan siyasi ve ticari ilişkilerimiz çok iyi yönde devam etmektedir ama bu ilişkiler oradaki Müslümanlara karşı uygulanan baskı ve zulümlere göz yumacağımız anlamına gelmez. Biz bütün Müslüman ve insan haklarını savunan insanlardan bu olayları kınamalarını bekliyoruz ve oradaki cinayetlerin faillerinin cezalandırılmasını Çin hükümetinden istiyoruz.” .
1-2 – İran’ın Çin Politikasında Üç Gurup;
1 – Ticari bakışa sahip olanlar.
2 –Siyasi olarak Çin ve Rusya’yı Batı ve Amerika karşısında bir koz ve güç kaynağı olarak görenler.
3 – Hem siyasi hem de ticari alanda Çin’le olan ilişkilerin azalması ve Batı’ya doğru kucak açmayı önerenler.
2- Doran’ın Güç Döngüsü Kuramı ve İran’ın Ne Batı Ne Doğu Stratejisi
İran’ın ne Doğu ve ne Batı sloganın yerini Doğu’ya bakış stratejisinin almasını daha da derinlemesine anlamak için Doran’ın güç döngüsü kuramından yola çıkarak açıklamak daha doğru bir izlenim sunabilir. Charles F. Doran’ın güç döngüsü kuramı, uluslararası politikanın “devlet” perspektifini açıklarken, göreli güç yaklaşımından hareket etmesi nedeniyle, sistemin yapısal değişkenlerini, devletlerarası politikaları ve güç geçişlerini göz önünde bulundurmaktadır. Güç döngüsü kuramının bu noktada öznelliği, uluslararası ilişkiler disiplininin temel analiz birimlerinin birbirleri ile bağıntısını ortaya koyması ve sistemin yapısal dönüşümleri ile sistemsel kaymaları güç unsurunu temel değişken olarak ele alarak devletler perspektifinde incelemesidir. Güç döngüsü kuramının tarihselliği ise temel hipotezinin içinde saklıdır. Her devletin göreli gücü üç aşamadan geçer: Yükseliş, duraklama/olgunluk ve gerileme. Doran’a göre sistemin sınırları, tarih içinde birçok kez örneği görüldüğü gibi hem sistemi hem de devletleri etkilemekte, beklenmedik şekilde ve birdenbire sistem kaymalarına ve/veya devletlerin düşüşlerine neden olmaktadır . Doran’ın güç döngüsü kuramında, sistem ve sistemin sınırları kuramın yapı boyutunu, devletler ve devletlerarası politikalar aktör boyutunu temsil ederken, gücün aktörler arası el değiştirmesi ve sistem kaymaları ise süreç boyutuna işaret etmektedir.
Doran’ın kuramının temel değişkeni güç faktörü ise sistemdeki aktörlerin güçlerine ve sistemin mutlak kapasitesi dâhilinde “göreli” olarak ele alınmakta ve göreli güç hesabı yapılırken uluslararası politik ekonomi de ön planda değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında kuramsal açıdan güç döngüsü kuramının bir diğer önemli özelliği, uluslararası politikayı uluslararası ekonomiden bağımsız değerlendirmemesidir. Tüm bu değişkenler, devletlerin uluslararası politik davranışını etkilemekte ve yeni çıktılarda sistem kaymalarına neden olabilmektedir. Başka bir ifadeyle her devletin sistemi üzerinden sahip olduğu bir yüzde/göreli güç vardır ve devletlerin büyüklüğü ve kapasitelerine göre değişen bu oranlar, değişmeye başladığında devletlerin davranışlarında ve sistemde de değişim başlamaktadır. Bir devletin göreli gücündeki artış üst limite ulaştığında, sistemin sınırları ile karşılaşır. Başka bir ifadeyle yapı devletlerin davranışlarını mümkün kılacak ve sınırlandıracak maddi koşulları sağlarken, söz konusu davranışlar ise yapıyı dönüştürmekte ve yeniden üretmektedir ; Bu doğrultuda kurama göre devletin mutlak kapasitesi, uluslararası sistemin mutlak kapasitesi ve diğer devletlerin sistemdeki göreli güçleri ile karşılaştırıldığında, devletlerin gelecek davranışları ve sistemdeki konumları analiz edilmeye daha elverişli hale gelmektedir. Nitekim bir devletin sistemdeki rolü, statüsü, çıkarları ve davranışları, güç döngüsü kuramının dış politika yapımı ile bağıntısını oluşturmaktadır . Bu bağlamda Çin, yeni bir güç olarak ortaya çıkışı ve İran’ın devrimden sonra ABD ile ilişkilerinin kesilmesi Çin’i bir güç merkezi olarak görmesi ve ona yaklaşması güç döngüsü kuramı ile açıklanabilecek bir husustur. Ancak devrimin ilk yıllarında mazlumlara karşı emperyalist güçlerle (ABD ve AB) mücadele söylemi her ne kadar güç dengesi kuramı ile örtüşse de en azından Çin hükümetinin Doğu Türkistan’daki işgalci konumunu açıklamakta yetersizdir.
3 – İran Şii Mezhep Devrimi’nden Sonra İran-Çin İlişkileri
3-1- Devrimin İlk Yılları
Başta Ayetullah Humeyni olmak üzere devrimin elitleri, izolasyonu devrim için bir şans olarak görürken çok geçmeden Irak ile savaşın getirdiği ortamda bu bakış açısı değişime uğramış ve Çin ile ilişkilere ilgi gösterilmiştir.
İran 1979 Devrimi’nden önce Batı ülkeleriyle birlikte hareket ederek komünist Çin hükümetini resmiyete tanımamıştı. Çin, İran’ı Batı ve Amerika’nın bölgedeki kuklası olarak görüyordu ve İran ise Çin’i işgalci ve tecavüzcü bir hükümet olarak görmekteydi.
1970’lerden sonra ABD’nin Çin ile siyasi ilişkilerinin düzelmesi yönünde hareket etmesiyle birlikte 1971’de Aşraf Pahlavi Çin’i ziyaret ederek İran ve Çin ilişkilerinde yeni bir dönemin açılmasına neden olmuştur. 1985’te İran Meclis Başkanı Rafsancani’nin ve 1989’da o dönemin Cumhurbaşkanı Hamaneyi’n Çin’i ziyaret etmeleri iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlenmesine neden olmuştur. İran ve Çin ilişkilerini daha da güçlendiren meselelerden biri de İran ırak savaşı ve Çin’in İran’a silah satmasıyla olmuştur. Askeri düzeyde ilişkilerin artmasının yanı sıra ekonomik olarak da Tahran ve Pekin arasında güçlü bir bağ kurulmuştur ve İran-Çin ticaret payı 826 milyon dolardan 1980’lerde 1 milyar 826 milyon dolara ulaşmıştır. Bu ticaret payının iki kata çıkmasının nedenlerinden biri de savaşın ortaya koyduğu yıkımların onarımı ve inşaat projelerinin başlatılması olmuştur .
3-2- Reformistler Döneminde İran-Çin İlişkileri
1997 yılında yapılan seçim sonuçları bugün değerlendirildiğinde, İran’da İslamcı ideolojinin kırılma noktasının da bu yıllara uzandığı görülmektedir. Hatemi’nin siyasî vizyonunun dış politikaya yansıması da uluslararası arenada ilgiyle karşılanmış ve Hatemi’nin dış politika söylemi “Teneş Zodayi” (Barışçıl Yaklaşım), bölgesel ve uluslararası etkisini göstermiş ve BM’deki bir konuşmasında dile getirdiği “Medeniyetler Arası Diyalog” çağrısı da tüm dünyada dikkat çekmiştir. Hatemi döneminde ekonomik bir kalkınma için gerekli sermayeye sahip bölgedeki Arap ülkeleriyle ilişkilerin onarılması üzerine yoğunlaşmış, AB ile diyaloglar en iyi düzeye çıkarılmış, Orta Asya ve Kafkasya’da yaşanan gelişmeler karşısında da yapıcı roller üstlenilmiştir. Bu dönemde İran dış politikasının temel ilkeleri; medeniyetler arası diyalog, dış dünyaya yönelik barışçıl yaklaşım ve bölgesel ve uluslararası örgütlerle tam iş birliği yapılmasıdır .
Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte İran, Batı’yla olan ilişkilerini özellikle nükleer projelerin durdurulmasından sonra daha da genişletmeye başlamıştır. Hatemi’nin bölgede ve Batı ile olan ilişkilerde tansiyonların düşürülmesi ve ılımlı dış siyaset izlemiştir.
İran’ın Batı ile olan ilişkilerinin iyi bir yönde seyretmesi Çin’le olan ilişkilerini etkilemedi ve ayrıca 2003’te iki ülke arasında olan ticaret hacmi 7.3 milyar dolara yükselerek 4 sene evvelinin 7 katına çıkmıştır .
3-3- Ahmedinejad Dönemi
Devrimin ilk yıllarında “Ne Batı Ne Doğu, Bir Tek İslam Cumhuriyeti” sloganı Ahmedinejad döneminde yerini Doğu’ya bakış ve doğu ülkeler olarak adlanan Hindistan, Rusya ve özellikle Çin’le ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde hareket etmiştir.
Ahmedinejad döneminde İran’ın Batı ve Orta Doğu ülkeleri tarafından dışlanması da İran’ın Çin’le olan ilişkilerinde önemli role sahiptir. Asya’daki güçlerle ortak hareket etme istemeleri değil belki Batı’dan dışlanmanın ortaya koyduğu mecburi bir duruştur .
İran’ın dış politikasında gelişen Doğu’ya bakış perspektifiyle Türkistan ülkelerine özellikle Çin’e yönelik politikalar, Ahmedinejad döneminde ekonomik ve askerî alanlarda daha önemli bir yere sahip olmuştur.
Stockholm Sulh Derneği’ne göre İran 2005-2009 yıllarında Pakistan’dan sonra Çin’inin ikinci silah pazarı olmuştur. Veriler ayrıntılı şekilde yukarıdaki grafikte verilmiştir .
1997 yılında Hatemi ile başlayan dış politika söylemlerindeki yumuşama, uzlaşıya yapılan vurgular, dış dünyaya açılım ve nükleer projelerin durdurulması dış siyasetin temellerini belirlemekteydi. Ahmedinejad döneminde İran dış politikasının temel dinamiklerinden biri hâline gelen Doğu’ya bakış ve nükleer santralın yeniden işe başlaması, ambargoları beraberinde getirirken İran’ın Çin’le olan ilişkilerini daha da güçlendirdi.
Ahmedinejad yönetimine göre Batı ile uzlaşma siyaseti İran’ın istediklerini karşılamadı, aksine nükleer projesini askıya almak İran üzerindeki baskıların çoğalmasına da sebep oldu ).
1979 Devrimi’nin en önemli söylemlerinden biri olarak bilinen dünya Müslümanları savunmak, Ahmedinejad döneminde sık sık dile getiriliyordu. Bu söylem Doğu Türkistan katliamlarında Çin’le ilişkilerin zedelenmemesi için göz ardı edilmiştir. Ahmedinejad sürekli İran’da ve bütün dünyada adaletin sağlanması için çalışacağını söylüyordu, ancak Doğu Türkistan olaylarına sessiz kalarak adaletin yerini bulması bir yana Çin’i hoşnut etme siyasetini izlemiştir.
Eski Cumhurbaşkanı Rafsancani 2009 Doğu Türkistan katliamından sonra Cuma namazı hutbelerinde Çin hükümetine nasihatte bulunarak oradaki olayların çözülmesi gerektiğini ifade ederek bu konunun Çin’in gelecekte, Müslüman ülkelerle olan ilişkileri açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Cuma namazında ‘‘ölüm olsun zalim Çin’e’’ sloganları Rafsancani tarafından tepkiye neden olmuştur ve Rafsancani Çin’in akıllı bir devlet olduğunu vurgulayarak sloganların kesilmesi ve ortamın sakinleşmesini istemiştir .
3-4- Ruhani Dönemi ve Nükleer Anlaşma Sonrası
Birleşmiş Milletlerin ve Amerika’nın İran aleyhine uyguladıkları ambargolar, İran’ı hem ekonomik ve hem de siyasi alanlarda dışlamış ve etkisiz hale getirmiştir. Nitekim İran ister istemez ekonomik, siyasi ve askerî ilişkilerde Rusya ve Çin’i seçmek mecburiyetinde kalmıştır. Nükleer anlaşmadan sonra Batı ile ilişkilerini güçlendirerek hareket eden İran, aynı şekilde Rusya ve özellikle Çin ile de ilişkilerini devam etmiştir.
ABD ve AB’nin İran’ın nükleer programlarını BM Güvenlik Konseyi’ne taşınmasına yönelik ısrarlarına rağmen Çin, aksi bir tutum takınarak sorunun diplomatik görüşmeler ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu vasıtasıyla halledilmesi gerektiğini belirtmiş ve konunun BM nezdinde ele alınması durumunda veto kartını oynayabileceğini ima etmiştir. Aslında, istikrarsız bir Orta Doğu’da ve ABD ile yaşanabilecek muhtemel bir çatışma en başta bölgeden düzenli petrol akışına muhtaç olan Çin tarafından arzu edilmemektedir. Ancak Çin, İran’la askerî iş birliği üzerine kurulu hem ekonomik hem de siyasal bağlamda karlı ilişkilerden kısa vadede vazgeçme niyetinde değildir.
Nükleer anlaşmadan sonra Çin cumhurbaşkanının İran’ı ziyareti iki ülkenin ilişkileri açısından çok önem arz etmektedir. Birincisi nükleer anlaşmadan sonra İran’ı ziyaret eden ilk devlet başkanı olmuştur. İkincisi 14 sene sonra Çin cumhurbaşkanı İran’ı ziyaret ediyordu. Üçüncüsü Çin cumhurbaşkanının Orta Doğu ziyaretinde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında İran da vardır ve dördüncü olarak bu ziyarette İki ülke arasında imzalanan 17 anlaşma, enerjiden, ticaretin güçlendirilmesine farklı alanları kapsamaktadır ve 10 sene içerisinde ticaret hacminin 600 milyar dolara yükselmesi planlanmıştır .
Nükleer anlaşmadan önce İran pazarında tekel durumda olan Çin, anlaşmadan sonra bu pazarı elde tutabilmek için Avrupa ülkeleri ile rekabete girmesi gerekmektedir. Makro düzeyi bir tarafa bırakırsak Çin’in İran’a bakışı her şeyden çok bir pazar olanağı ve enerji temin etme kaynağıdır .
Sonuç
1759’da Çin, Mançu İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş, günümüze kadar bu işgali kırabilmek için pek çok ayaklanma meydana gelmiştir. 1949 yılında Doğu Türkistana yardım” sloganıyla gelen Çin ordusu ülke genelinde bir asimilasyon ve soykırım başlatarak bu topraklarda dinî ve kültürel baskılar ile yepyeni bir topluluk inşasına başlamıştır. 1945’te %3 oranındaki Doğu Türkistan’daki Çin nüfusunun 1965’ten sonra %40’ların üzerine çıktığı bilinirken, bölgenin kökeni ve yapısı tamamıyla değiştirilip gerçek nüfusu yok etmeye yönelik sürdürülmektedir. Doğu Türkistan’da Türklere yönelik asimilasyon ve soykırım politikaları Çin hükümeti tarafından acımasız bir şekilde devam etmektedir. Bu durum birçok Türkü mecburi göçe zorlamıştır. Günümüzde verilere göre 3 milyonu aşkın Doğu Türkistan Türkü mecburi göçe maruz kalmış ve bölgeyi terk etmiştir. Birlikte yaşamanın şartları uygun olmadığı takdirde ayrılmak en doğrusudur.
1979 Devrimi’nden sonra İran ve Çin arasındaki ilişkiler, İran’ın Çin’i uluslararası arenada kendisine bir müttefik olarak görmesi ve Çin’in İran için uzun zamandır dışlandığı uluslararası arenada politik anlamda destek vermesi ve Çin tarafının İran’ı ekonomik ve askerî anlamda bir pazar ve enerji temini kaynağı olarak görmesi yönünde devam etmiştir. Ancak bu ilişkiler Ahmedinejad döneminde ve ambargoların artmasıyla daha da güçlü bir yönde hareket etmiştir. Devrimden sonra bütün Müslümanların ve mazlumların yanında olacağına sıkça vurgu yapan İran hükümeti, Çin’le olan ilişkilerinden dolayı 2009’da Doğu Türkistan’daki katliamlara sessiz kalarak bu ilişkilerin devamını sağlamıştır. Genel olarak baktığımızda 79 Devrimi sonrası İran’ın adalet söylemi Amerika ve İsrail’in parmağı olduğu olaylarda devreye girmektedir. Çin ve Rusya İran’ın adalet söylemi konusunda istisna olarak bilinmektedir.
İran bir mezhep cumhuriyetidir., tarihsel olarak baktığımızda İran hiç bir zaman İslam dünyasına ait olmadı, daima emperyalistlerle işbirliği yaptı,İranın bugün Uygur Müslümanlarına soykırım yapan Çinle ilişkileri bu gerçeği ortaya koyuyor.Düşünün Anayasasında Ateist Komünist olan Çin ile Anyasasında İmamiyye Şiası olan İran25 yıllık iş birliği anlaşmasını imzaladı. stratejik ortak oldu.
Taslağa göre Çin, gelecek 25 yıl içinde bankacılık, telekomünikasyon, limanlar, demiryolları, sağlık hizmetleri ve bilgi teknolojisi de dahil olmak üzere onlarca alanda İran’a 400 milyar dolarlık yatırım yapacak. Buna karşın Çin, İran’dan düzenli ve büyük ölçüde indirimli olarak İran petrolü alacak.
İki ülke arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesi ve İran’ın, Çin’in başlattığı “Kuşak ve Yol” projesine katılımını öngören adım, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2016 yılındaki Tahran ziyaretinde ilk defa gündeme gelmişti.
Mehdinin vekili olduğunu iddia eden bir Devlet ( İran) ile onun yeryüzünde savaşacağı bir Devlet (Ateist Çin) işbirliği yapıyor.
Kaynakça:
ASA(2004), Çin Halk Cumhuriyeti – Uygurlar Çin’in “terörle savaş” adına uyguladığı baskıdan kaçıyor.
Emet, Erkin (2007), “Doğu Türkistan’da Çift Dilli Eğitim” Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38), Ankara.
DAWUT Rahile (2001). Uygur Türbe (Mezar) Kültürü Araştırması. Urumçi: XinjiangÜniversitesi Yayınevi.
Wang De Huai (1996). Xinjiang Dini Mezhepleri. Pekin: Çin Sosyal Akademik Yayınevi.