Her insanın içinde bir çocuk olduğu söylenir. Büyüdükçe sesini duymadığımız, dinlemediğimiz ya da kaybolduğunu düşündüğümüz.
Belki o çocuklar çok küçüktür, birer hayal kadar soyutturlar. Çocukluğu geride bırakmış bedenlerimizin herhangi bir köşesine sinmiş ve onları bulmamızı bekliyorladır. Tabi halâ kalbimizin her köşesinin sevgiyle dolu olduğunu sanarak. Halbuki bizler sevgiyi imkansızlarda aramaya başlamışız. Sanki birini sevmek de kapitalizme dahilmiş gibi.
Oysa sevgi bu dünyadaki en evrensel soyutluktur. Birini sevmek dünyadaki en varedici sebeptir. Hiçbir şartı yoktur. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz.
Çünkü sevgi başlı başına bir sebeptir; insan olabilmek için.
Çünkü sevgi insanın güneşidir; sonsuzluğu hissedebilmek ve kavrayabilmek için. Insanın etrafında döndüğü, uzaklaştığı an sevgisizlikten yüreği buz tutup öleceği ve yaklaştıkça sevgiyle dolup eriyeceği, tüm evrene yayılan kaynağı olmayan bir gücün simgesi.
Çünkü sevgi evrensel bir dildir; her dile yatkın şekilde doğup çevremizde duydugumuz dili konuşmamız gibi, sevgi varsa eğer etrafımızda çok kolaydır sevmek. Sevgisiz büyümüşsek şayet sevgiye ihtiyaç duyduğumuzun bile farkına varmayız. Tıpkı çalışarak kendimizi geliştirmemiz ve başka diller öğrenmemiz gibi ne kadar sevgisiz olsak da sevmek gerçekten mümkündür. Ve sevgi en öğrenilesi dildir.
Sevgi insanın insan olabilmesi için geçmesi gereken belki de en zorlu sınavdır. Sadece nefes almak için gelmişiz gibi yaşadığımız bu dünyada bizlere gerçekten insan olma şansının verildiği bir sınav. Bizler zaten alışkın değil miyiz? Sınavlara, başarıya ve başarısızlığa.
Başarıya ulaşmak bu kadar gerekli oldu mu peki? Hangi sınav insanlığımızı verdi bize?
Boşu boşuna geçirdiğimiz hangi zaman dilimi varolmak için vereceğimiz sınava hazırlamaktan daha değerli ki?