KIRILMA NOKTALARI:
Bazen hayatı fazla basite almaya başlar insan. Günübirlik ufak sorumlulukları bile ertelemeye başlar, yapmak zorunda olduğu işleri yaparken bir hayli ağırdan alarak, fazla ciddiyete bindirmeyerek yapar. Yaşam yelkenlerini suya indirmiştir ve hayat güvertesinde bolca hovardalık yapıyordur miçomuz.
Böyle zamanlarda bize bir elektro şok tadında silkelenme anları gereklidir ki bu anlar “Kırılma noktası” olarak adlandırılabilir.
Kırılma noktasının/larının insanda uzun vadeli dağılma ve yeniden toparlanma sürecini başlatması, süreç boyunca içsel fırtınalar yaşarken aynı zamanda dışarıya karşı da duyguları konusunda bir hayli ayarsız, tutarsız olması. Bir saat gülerken, ertesi saat gözlerinin, sebebi yokken dolması, bu tarz kırınma anlarının bizde ne denli etkili olduğunun bir belirtisidir diyebiliriz.
Birde eğri oturup doğru konuşmak gerekirse her insan bu denli yıpratıcı kırılma noktaları ile başa çıkabilecek kadar dayanıklı değildir. Zira kalkanlar, her biri birbirinden daha farklı kalkanlardır.
Örneğin bir insanın iç kalkanı, dışarıya nazaran çok daha kuvvetlidir ve dışarıdan o insan, bir hayli telaşlı, endişeli, panik görünse de içten içe çok daha dayanıklı, soğukkanlıdır.
Bu durumun tersine de sıkça rastlayabilirsiniz, bazı insanlar vardır, dışarıdan buzdan bir duvar görünümündedirler lakin içeride işler hiçte tahmin edildiği gibi değildir, başka fırtınalar kopmaktadır insanın yüreğinde.
Buna bakarak da mevzubahis kırılma noktalarının tedavi ve onarım sürecinin de kişiden kişiye değişebileceğini düşünebiliriz. Kimisi herkesin yardımına ihtiyacı olduğunu sözlü olarak dile getirse de içten içe her şeyi kendi başına halledebileceğine inanıp, onca tavsiye aldıktan sonra bile yine bildiğini okurken, başka bir kişi de dışarıdan bakıldığında sorunların büyük kısmı ile yüzleşirken, kimseden yardım almıyormuş gibi görünebilir ama o insanın içerisinde birden fazla kişilik vardır, bunu bipolar veya çoklu kişilik bozukluğu gibi düşünmeyin.
Demek istediğim, o kişinin, süreçle alakalı alacağı kararlarda, yapacağı eylemlerde, daha başka bir akıl almadan dahi kendisiyle fazlaca çelişebilmesidir.
Herhangi bir sorun karşısında bir hayli kendinden emin cevapları var gibi görünseler de aslında kendi içlerinde, konu hakkındaki cevaplarının doğru olup olmadığını, farklı bir doğrunun varlığının olup olmadığını sorgularlar ve insan bazen, geçmişin ekşi izlerinden mütevellit, geleceğe daha stabil bir kapıyı açmamayı tercih eder.
Kötü biten bir birlikteliğin ya da sona eren arkadaşlığın sebebiyle kendini aşka ve hayatına insan alımına kapatan kişilere gidip baktığımızda, biraz izlediğimizde veyahut bizzat kalkıp sorduğumuzda, geçmişle alakalı bolca hikâye anlatacaklarına hiç şüphe yok, zira geçmişini tam anlamıyla yok edememiş, ardında bırakamamış bir insanda geleceğe dair yetişmekte olan filizler de bir hayli soluk vaziyette yeşerir. Ne zaman ki yaralar tamamıyla kapanır ve insan kendini daha iyisine hazır hisseder, o zaman birkaç güzel denk geliş ya da ince ince işlenmiş bir plan devreye girer, hayaline, hak ettiğine kavuşur insan, içinde koca koca çınarlar yetişir.
Kırılma noktalarının en büyük dezavantajı ne biliyor musunuz?
Söyleyeyim;
BİTMEK BİLMEYEN UZUNLUKTAKİ ONARIM SÜRESİ:
Yaşanması gereken şeyleri bir şekilde yaşadık ve artık kırılma noktamızı daha henüz yeni ardımızda bıraktığımız sürecin içerisindeyiz diyelim, işin en zor kısmı budur hiç şüphesiz. Ne de olsa o malum kırılma anı ile er ya da geç yüzleşecektik, o an bir yıkılırız, sonra bir iki toplarız ve yola devam ederiz. Bir süre top noktasında da yaşarız hatta hayatı. Acı hissetmeyiz, canımız fazla yanmadı gibi de düşünürüz. Sonra zaman geçtikçe başka şeyler olur ve biz aslında içerisinin kanlar içerisinde olduğunun farkına varırız.
Bir insan misal, neden kaçmak ister?
Özellikle ona iyi geleceğine inandığı bir şeyden kaçmayı?
Ya alışık değildir ya da duygular sandığında ütopiktir. Belki de sorumluluk almaya hazır değildir gibi, bir sürü ihtimal, olasılık, seçenek düşünebiliriz.
Bir tane daha var bu seçeneklere eklemek istediğim, o da değmediği düşünülen uzun bir sürecin ardından alınan, alınacak kararların ne denli temkinli olduğu ve bu sebepten ötürü insanın herhangi bir karar alma sürecine dahi girmeye tenezzül edecek kadar, konfor alanını terk etmemeye niyetli oluşudur.
“Bir kere konfor alanımı bıraktım, başıma gelmeyen kalmadı, yine başa döndüm.” Diye düşünür, devamında ona, dışardaki bireyler, ailesi ya da arkadaşları tarafından sürekli belirtilen, kendisine iyi geleceği düşünülen birçok şeyden, uzak durmayı seçer zira denememek, boşa gidecek olan bir hevesten, kırılacak hayallerden, daha az can acıtıcı bir seçenektir onun için.
Tabi bu onarım süreci er ya da geç bittiği zaman ne olur bilir misiniz?
İnsan, o süreçte yapmaktan çekindiği şeylerle sınanmaya ya da o şeylere dair derin özlemler duymaya başlar. Nitekim özlemin sebebi, bir kıyafeti satın alıp almaması, bir yere gidip gitmemesi, bir şeyden içip içmemesi veya bir insanla görüşüp görüşmemesi gibi, standart bir yaşantı içerisinde sıkça yaptığı şeylerden herhangi biri, birkaçı, olabilir.
KIRILMANIN ARDINDAN GELEN SÜRECİ BİTİRMEK:
Ne yazık ki düşünüldüğü kadar kolay olmayan bir şeydir bu süreci sona erdirmek. Şayet insan büyük bir içtenlikle istemezse süreci sona erdirmeyi, ağır bir hayal kırıklığının peşinden son hızla gelen “Sanırım hiç bitmeyecek.” Düşünceleri ele geçirir zihnini.
Böyle oldukça daha da dibe çekilmeye başlar, hayatın ona tattırabileceği güzelliklerin ve karşısına çıkabilecek denk gelişlerin dışında tutar kendini. Bu da hayatın gidişatındaki sürati bir hayli yavaşlatıp, belirli bir süreyi komple aynı denebilecek türde benzer bir hale bile getirebilir.
Hani bazen diyoruz ya “Her günümüz aynı geçiyor.” İşte bunun bir sebebi de bu denli kırılma noktalarının arından gelen süreçte, tekrar kalkıp yeniden çaba harcayacak, insana yaşam enerjisi katan, o tatlı mı tatlı hevesimizi kaybetmemiz, devamında ise vücudu esir alan miskinlik, erteleme, kararsızlık gibi birtakım can sıkan, bize stop butonuna bolca bastıran huylardır.
Bir an evvel bu yorgunluğu üzerimizden atmalı, silkelenip kendimize gelmeliyiz, zira aksi takdirde hayatımıza daha erken girebilecek olan güzelliklerin bir kısmını, çok geç alacağız, bazılarına ise ebediyen veda edeceğiz henüz ne olduğunu tam olarak öğrenememişken.
Bitirme sürecinin başlangıcı için en keskin tavsiye; denemek.
Kendimizi bir kerecik de olsun o yataktan, koltuktan kalkmaya itmek. Gazlamak, pek işe yarar bir taktik gibi görülmeye bilir ama insan psikolojisinde “Gazla çalışma” diye bir gerçek vardır. Futbol, basketbol, voleybol maçlarındaki taraftarlar, siyaset alanında gerçekleştirilen mitingler, motivasyon konuşmaları, videoları, müzikler, eğitici seminerler, kitaplar, tiyatrolar, kısaca hayatın her alanındaki o ateşleyiciler.
Hatta bunlardan herhangi birine belirli bir düzen ya da spontane şekilde giderek bile kendimizi kırılma sonrası depresyonu sürecinden çıkartmak mümkün.
BU ANLARDAN KORKMAYIN:
Kimileri de kırılma anlarıyla karşı karşıya kaldığında sanki hayat bitmişçesine tavırlar sergileyebiliyor. Normal, çok normal. Normal değil aslında ama o kafa karışıklığının yaşanması normal. Güzelce kendi seyrinde giden bir hayatın, bir bölümünde tüm işlerin birbirine karışması, kimi olsa umutsuzluğa sürükler, çileden çıkartır. Böyle süreçlerde daha soğukkanlı, planlı ama kendinden emin hareket edebilenler daha çabuk kazanır. Diğerleri ise henüz başlarına isabet eden okun ne denli yaralayıcı olduğunu kavramaya çalışmakla meşguldür.
Durum her ne olursa olsun bu tarz kırılma noktalarını yaşamaktan korkmayalım zira ölümcül bir hastalık veyahut büyük bir engel olmadığı takdirde bu tarz anlar geçicidir. Üniversite sınavı, okul mezuniyeti, iş başvuru ya da arkadaş edinme/kaybetme süreci gibi.
Alışılır, her şeye alışılır hayatta. Bunu yalnızca boş vaatler ile sizi oyalamak için demiyorum, gerçekten her şeye alışılıyor, bir şekilde oluyor insan kendine kabul ettiriyor.
Sizde korkmayın bu anlardan, bilakis miladınız olsun, yazacağınız destansı hikâyenin girişindeki mutlak zaferinizi anlattığınız paragraf olsun şu anki kırılma noktanız.