İnsanların yaşlanmalarını bilimsel olarak birçok uzman açıklamıştır. Biz işin birazda gönül kısmına yönelelim. Düşünüldüğünde yaşlı bir insan gördüğümüzde aklımıza ilk gelen “kim bilir neler çekmiştir?” olabilir veya olmaz yolumuza bakar gideriz. Aslında olmalı o insanın yüzünde ki kırışıklıklar, sırtındaki kambur, bozulmuş gözleri bizi azda olsa ilgilendirmeli.
Kalkıp ta derdini dert edinin demiyorum lakin düşünün çünkü ileride yıllar sonra aynı durumda olacağız hatta o eski topraklardan daha beter durumda bile olabiliriz. Gelin biraz düşünelim. İnsanı bu kadar çok çökerten sadece yaşadıkları mıdır? Yoksa yaşarken hissettikleri mi? Gelmeyen sevgili midir? Yoksa kıt kanaat geçindirmeye çalıştığı ailesi mi? Bu sorular uzar gider önemli olan soruların içinde gizli olan cevaplardır. şöyle ki insanoğlu uzun bir hayatı göz açıp kapayıncaya kadar geçirir. o kadar çok şey yaşar ki yaşarken tüm duyguları iliklerine kadar hisseder.
En başlarda çocuktur biraz biraz acıyı tanır düşe kalka öğrenir her şeyi. Daha sonrasında gençliğe adım atar aşık olur yalnız birisini bekler onu beklerken özlemeye bile aşık olur. O kişi gelir veya gelmez. Yaşadığımız yerin toplum baskısı adı altında ya sevdiğinle ya da ailesinin sevdiğiyle evlenir. nankördür insanoğlu fakat ailesinin sevdiğine bile canla başla bakar ve bu esnada sabır ile tanışır borçları bitirmenin sabrı, aile içindeki kavgaların sabrı. Bitmez de Bitmez duygular ve son gelir yaşlılık diye adlandırdığımız aslında yeni bir başlangıç olan son. yüz kırışmış, gözler bozulmuş, sırtta bir kambur belki birine muhtaç belki kendine