İNSAN
İnsan kendini nasıl bulabilir? Hangi sayfalar var eder ruhunun özünü, hangi şarkılar doyurur matemini… Kimdir insan? Nasıl bir varlıktır? Hangi güçler hapsedilmiştir aciz bedenine de, farkına varamaz? Öyleyse aciz midir insan? Acizliğini savuşturacak kadar da akıllı… Böyle bir tezatlığın içine düşmek nasıl yükseltir insanı? Kendi manasını çözmeye çalışırken bu kadar zorlanır? Haksızlık değil midir bu? Yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken yol alır insan, aslında aldığı yolu anlamlandırır. O yol var eder insanı. Bunun farkına varana kadar elindekileri göremez; çırpınır, çırpınır, çırpınır… Boğulduğunu sanır. Ruhunun acı çektiği her anı bir azap olarak görür, işte o kadar kördür ki mükâfatlandığını anlayamaz. Yanılgı ve sarsıntılarla büyür, olgunlaşır insan; yanlış yapa yapa doğruya ulaşır. İşte o zaman, asıl yolculuğun içinde olduğunu anlar. Tatlı bir huzur kaplar beden-i misalini… Sevgi var olmaya başlar yüreğinde, tatlı bir burukluk sarar içini, yıldızlara kadar uzanır içindeki ışık süzmesi. Umut ışığıdır bu ışık. Her insanın içinde, farklı nedenlerle doğan o mucizevî ışık… Bakarken görmeye, duyarken anlamaya başlar. Gönül gözü rehberi olur yolculuğunun. Ta ki, o ana kadar…
Kalbi zelzeleleriyle yerinden oynatan, gönüllerin boynunu büken, vardığı kalbi fethedenle tanışır. Büyülenir aşkla. İnsan denen basiretsiz varlık da hemen içine kapılır bu büyünün. Nefes alamaz, uyuyamaz, sürekli can-ı gönülden cananını düşünür. Aklı hükmünü kaybeder o vakitten sonra. Aşk şarabından içmiştir artık. Âşık olduğu kadar incelir insan. Aşkı hissedebildiği kadar yeşerir. Eğer içindeki aşk yeşerirse, o zaman her şeye aşkla bakmaya başlar. Dünya onun için bir aşk bahçesine döner. Kuşlar sanki onun aşkı için öter, yapraklar da sevgili için dans etmeye başlar. Ama bir o kadar da acı doludur aşk. İçini kemirir, yıpratır, kendini unutturur. O’nun için nefes almaya başlar insan. Izdırabı bile tatlı gelmeye başlar. Kalbi acımasızca hançerlenir, kurtulamaz. Belki son bulsun ister, belki sevgili onu reddeder. O acı o kadar kuvvetlidir ki, yüreği o zevale dayanamaz zavallı, daha önce hiç tanışmamıştır bu denli bir kederle… Adeta savunmasız küçük bir çocuğa döner yüreği, küçücük bir dokunuş ağır gelir, aşkını isyanla sonlandırır. İnsan için bu ne acıdır! Yaşadığı bu acı yüreğine perde indirir, içinde yeşerttiği aşkı nefrete dönüştürür! O vakit aşk şarkıları öten kuşlar tek nefeste can verir, yapraklar kuru bir soğukla solar, dökülür. Kendini suçlu bulur ama itiraf edemeyecek kadar korkaktır! O yüzden var gücüyle dışarıya akıtır zehrini. Sonra bahanelerin gölgesine sığınır. Kendini kandırır oysaki. Hakikatler ona ağır gibi gelir çünkü yüklendiği yük yalanlardan ibarettir. Hâlbuki sıyrılabilseydi yüreğini darmadağın eden nefretinden, içinde zayıf düşmüş merhameti ve sevgiyi kucaklayacaktı. Biraz cesaret edebilse yeşerecekti yeni tohumlar yüreğindeki yalnızlığa…
İnsan bu yüzden acizdir işte, gücünün farkına varamayacak kadar… Oysa kendi içinde öyle bir güç vardır ki, sezgileri ruhuna şifa olur. İnancı kılıcı, sevgisi de onun kını olur. Hayalleri var eder akıbetini, yüreğindeki sevgi doldurur içindeki boşluğu. O vakit tamamlanır insan. Duygularına ‘gerçekten’ değer vermeye başlar. Gerçekten âşık olur, gerçekten sevmeye başlar dünyayı. Çünkü kendini sevmeye başlar…
İşte, bende anladım ki; hayat denilen bu geminin üstünde benliğim haşin dalgaların arasında can çekişmiş ,bir su damlası gibi, kocaman okyanusun bir farazisi olmuş…