Her geçen gün daha da anlıyorum kendime yaslanmam gerektiğini. Geçici bir dünyada yaşıyoruz, belki de her geçen yıl birileri eksiliyor hayatımızdan. Eksilenleri gördükçe anlıyorum dünyanın ne kadar boş bir yer olduğunu. Peki ya; bu kadar eksileni gördükçe neden hala bu hırs? Neden bu bitmek bilmeyen yarış? Sahi kiminle yarışıyoruz biz? Kendimizle mi, yoksa hayatımızda nokta kadar yer kaplamayan bir yabancıyla mı? Gerçekte kime kızgınız? Kendimize mi, yoksa o adını dahi bilmediğimiz insana mı? Düşündükçe çok anlamsız geliyor. İnsan ömrü ortalama 78 yıl. Peki ya bizim kaç yılımız kaldı? Belki bu ortalamanın bile altında. Bir kez bunu düşününce yapılan tüm bu hırslar, yarışlar, kin, öfke.. Neden? diye soruyor insan. Yarınımızın bile garantisi yokken gelecek için planlar yapıyoruz. Bu plana o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi varoluş amacımızı bile unutuyoruz. Bir kere durup dinlemeli insan, ruhuna kulak vermeli; “Bu kadar telaşın bana bir faydası var mı?” diye. “Geçici olduğunu bildiğimiz şu yerde bu kadar üzülmenin anlamı var mı?” diye. Yaş aldıkça daha da farkına varıyor insan, kendisine daha da yaklaşıyor. Çocukken keşfetmek isterdik dünyayı, yeni insanları.. Hep dışa dönük olmak isterdik, öyleydik de. Şimdiyse içimize dönüyoruz. Meğerse merak edilecek hiçbir şey yokmuş. “Büyümek nasıl bir şey acaba?” sorusunun cevabı hiç de beklediğimiz gibi değilmiş. Büyüdükçe arttı yükümüz, ağırlaştı kalbimiz. Yıllar geçmeye devam ettikçe omzumuzdaki yükler bizi kamburlaştıracak, bir kurt gibi içimizi kemiren düşüncelerin işte ozaman hiçbir anlamı kalmayacak. Kalbimiz bu dünyayı terk ettiğinde bizden geriye sadece bir “hiç” kalacak.
“İncitme kimseyi, dünya fanidir. Bilinmez gelişi, ölüm anidir.”
Subscribe
Giriş Yap
Yorum yapmak için giriş yapmalısın
0 Yorum