Asırlar öncesindeki dünyanın ilk kabileleri arasında yer almak isterdim. Bir nevi taş devri yani. Lakin devrin o devir olması gerek, kafanın o kafa değil.
İnsanların mağaralarda yaşamını sürdürdüğü, avcılık ve toplayıcılıkla geçimlerini sağladıkları, doğayla iç içe bir hayatın egemen olduğu bir dönem. Maddiyat söz konusu bile değil, ırk denen kavramın henüz ortaya çıkmamış olması ve ( herhangi ) bir din yaratma fikrinin aklın ucundan dahi geçmemesi… Tabiatın bakirliği, duygu ve düşüncelerin berraklığı, maneviyatın canlılığı…
Günümüzdeki somut amaçlar uğruna yapılan hırslar yerine hayatta kalma adına verilen mücadele. Görünen ve görünmeyen her şeyin henüz keşfedilmemiş, adının konulmamış, tamamen bilinmezlik ve kuşkuculuk içindeki bir yaşam tarzı. Anlatmakla örneklerle bitmez, kısacası şuan gördüğüm her kare, her an aslında orada yok. Böyle bir dönemde yaşamanın, günümüze kıyasla oldukça ilkel olduğu aşikar fakat aslında benim için bu dönemin aklımda cereyan eden onlarca soruya ışık tutabilecek cevaplarını gerçeğe en yakın biçimde bulundurduğu kanaatindeyim. Ha, bu dönemde yaşamak beni mutlu eder mi, bilemem. Zaten mevzumuz mutlu olmak , huzurlu olmak değil. Böyle bir istek içerisinde de değilim. Ben yalnızca yaşanmaya değer bir yaşamın peşindeyim. Bunun yanı sıra mutlu olmak için modern bir hayata gerek yok. Aslında doğrusu insan modernleşeyim derken çoğu zaman kendine işkence ediyor.
Para adını verdiği aracın, aslında çoğu zaman amacın, bağımlısı olup hayatın asıl amacını, soruların gerçek cevaplarını göremez oldu.
Ben istemiyorum bu modern hayatın bir parçası olmayı, istemiyorum para kazanma uğruna bütün zamanımı elalemin işi için harcamayı, ve istemiyorum beni mutlu edemeyecek maddi hedeflere hayatımı adamayı.
Ne diyordum ben?
Taş devrinde yaşamak isterdim işte.