“Karanlık hiç olmadığı kadar doldurdu vücudumu bu sabah. Kıvranarak uyandım. Dizlerim midem ile bütünleşecek kadar yakındı. Yeni doğmuş bir bebek gibi, son nefesini vermek için sabırla bekleyen bir hasta gibi, keder ve acı doluydum. Tüm hücrelerim, her damarımda hissettim bu acıyı. Kaynağını bilmediğim bir yandan öğrenmek için yanıp tutuştuğum diğer yandan bilmeyi bırak varlığına bile katlanamadığım bu histen nefret ettim. Nefretle tutundum. Bırakamadım. Bırakamıyorum. Üstümde bir nefes var sanki Sevgili Günlük. İğrenç kokan, buz gibi, korkutan, sarhoş eden bir nefes bu. Kurtulmak istediğime emin olduğum bir nefes.”
Arkama yaslanıp bugün hiç çaba harcamadan eski yazılardan kopyala yapıştır yaparak giriş cümlesi bulmanın keyfini çıkardım. Sanki çok bir iş yapmışım gibi ellerimi kütletip laptopun ekranını da kapadım ve kızlara baktım yan yan “Nasıl yazdım ama yılanım dimi?” deyip güldüm.
Boş bakışlarla karşılaştım. En yakınımda oturan arkadaşım kapattığım laptopa baktı. Sonra bana baktı ve dedi ki “Kendi kendinden çalan yazar ilk defa görüyorum.” Doğru söylüyordu. Beni en iyi tanımlayan cümlelerden biri de buydu ama günlerdir denememe rağmen hala doğru dürüst bir giriş bulamamıştım. En iyisi elde olandı. Kendimi de aynen böyle savunmalıydım.
“En iyisi zaten elimde olan olduğu için özür dileyecek değilim kusura bakmayın.”
Söylediğime kendimi zar zor inandırmışken onların inanması için içten içe dua ediyordum. Ama her zaman ki gibi boşa bir çabaydı çünkü hepsi birden gülmeye başlamıştı. Bihter bana bakarak bir yandan gülüyor bir yandan da bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Hayır durum o kadar komik de değildi ama yine kahkahasını anca toparlamıştı: “Sen yakında bizim esprileri de çalarsın.” Hazırsanız yıllardır tekrar tekrar söylediği o cümle geliyor. “Gerçi lisede çalmamış mıydın zaten?”
Unut artık bunu geçmişte kaldı niye anlamıyorsun be kadın?
“İyi ki bir laf ettik be yetmez mi artık çektirdiğin?”
“Yetmez çünkü en iyi esprimi çalmıştın!” Olabilir ama bu davranışı hak ettiğimi sanmıyorum. Yine de yumuşatmak istedim: “Tamam hayatım sen ne dersen o.” Kritik anlarda hayatımı kurtaran bir cümle varsa o da budur. Sen ne dersen o.
Kafede oturmuş saçma sapan hayatlarımızdan ve bitmek tükenmek nedir bilmeyen travmalarımızdan bahsediyorduk. Tüm arkadaşlarım elim kalem tuttuğu için yaşadıklarımızı bir malzemeye dönüştürecek olan kişinin ben olduğumu düşünüyorlardı. Doğru. Bunu yapmaya karar vermiştim. Sadece neyi ne zaman nasıl yapacağımı bilemiyor ve götümü kaldırıp sandalyeye oturamıyordum. Hatta o kadar sandalyeye oturamıyordum ki kendimi Yalan Dünyada ki omurgasız yönetmen gibi hissediyordum. Bir bölümde sırt ağrısıyla gidip omurgası olmadığını öğrenmişti hatta aslında bu gerçek bir yapımcıya göndermey…
“Sen ne düşünüyorsun?”
“Sinan Çetin diyorlar ama bilemem günahını almayayım.”
Yanlış cevap vermek bir yana kim bilir neyin cevabını vermiştim.
“Lisede ki coğrafyacının adı?!”
:]
“Yok kanka Serap olabilir ben öyle hatırlıyorum” deyip işin içinden sıyrılıp çıktım. Onlar tabi anladı benim içsel bir yolculukla konuyu hiç hesapta yokken Sinan Çetin’e bağlamamı. Yine de dostlarım oldukları için çok da şeyapmadılar.
“İşte onu diyorum çok kafa kadındı belki biz de öyle oluruz adı her neyse.” Ezgi’nin bu yorumunu bir süre düşündüm. Kafa kadınsa neden adını hatırlamadık?
“Kafa kadınsa neden adını hatırlamadık?”
Hoca durur mu yapıştırmış cevabı “Biz hatırladık kanka sana da hatırladın mı diye değil aramıza dön diye sorduk.” Bir boş bakış yarım gülüşle baktım. Neyse ki güldük geçtik de bir sorun olmadı. Ne güzel hep tatlıya bağlanıyor her şey.
Bugün Yeşim’in derdini konuşmak için toplanmıştık. Konudan çok uzaklaştım. Hemen pozisyon alıp dedim ki “Araya laf girdi kanka anlatmaya devam etsene.” İnanılmaz ilgili bir arkadaş olduğumu herkes bilir.
“Sonra çağrı geldi ben de açtım her zamanki gibi normal normal konuşuyorum, kadın bir adanda küfür etmeye başladı işte ne sürtüklüğüm kaldı ne namussuzluğum… Şok oldum ya anlatamam yani baya bildiğin şok oldum. Yetmedi beddua etmeye başladı çok zor tuttum kendimi ağlamamak için. Takım liderimizle konuştum kapattım telefonu. Sebebi de ne biliyor musunuz?”
“Nedir aşkım?”
“EVE SÖYLEDİĞİ SEBZELER OLGUNLAŞMAMIŞ HALDE GELMİŞ! Yani böyle bir şey olabilir mi olgunlaşmış istiyorsan halden alabilirsin haksız mıyım?”
“Çok haklısın aşkım.”
“Hayır bir de yani süreden şikâyet ediyor smoothie yapması gerekiyormuş çok acil bir şekilde salatalık lazımmış, böyle saçmalık olur mu Allahaşkına?”
“Olmaz aşkım.”
“Şimdi bağırıcam böyle papağan gibi beni geçiştirmenize!” Kendimi tutamayıp gülmeye başladım, ben başlayınca kızlar da dayanamadı onlar da gülmeye başladı. Bu kahkaha baskısına dayanamayan Yeşim de gülmeye başladı.
Alakasız bir kahkaha tuttu bizi. Ezgi kendini erken toparlayıp konuyla ilgili yorum yapmaya başladı. Haklı, aklı başında, ayakları yere basan güzel yorumlardı.
Biz de Bihter ile ‘bir kahkaha tuttu bizi’ diye şarkı söyleyip gülmeye devam ettik. Çok eğlenceliydi.
Tabi sonra biz de yorum yaptık düzgünce. O kadar da değil.
Ama aklımda hala bir soru var. Çok acil bir şekilde smoothie yapılamaması insan nasıl bu kadar sinirlendirebilirdi?
Bilemiyorum.