İki Adam İki Eksik Dünya

   Kozmik döngünün içinde anlam arayışının bir sonucu yaşadığımız her şey. Yaşamın tekdüzeliği (çirkinliği…) içinde daha bilinçli yaşayabileceğimizi fark etmek… Daha önce fark etmediğimiz gerçekliklerle yüzleşmek… Dünyayı anlamlandırabilmek… Bu yüzden hep hikâyelerin peşinden gideriz ya… Fakat yeterli midir bu? Foucault’a göre; insan, bedeni ve kimliği ile inşa edilen bir varlıktır. İnşa eden ise, bireyi tahakkümü altında tutan iktidardır. Bu tahakkümün altında varoluş nasıl gerçekleşecektir peki?

  İnsanın uyanışını sağlayan yaşadığı deneyimler, tanık olduğu olaylardır ki tüm bunlar onun farklı bir dünya olabileceği gerçekliği üzerinde düşünmesini sağlar. George Orwel gibi amacı sadece yazmak olan bir yazar için bu değişimin ve gerçekliğin sözcüklere dökülmesi ise kaçınılmazdır. Yazarı yazmaya iten dürtü her yazarda farklı olsa da tüm yazarların gerçekliğidir bu. Orwell’a göre bu dürtü; bir bebeğin ilgi çekmek için ciyak ciyak ağlamasına yol açan içgüdünün aynısıdır. Ve kitap yazmak acı verici bir hastalığın uzun süren nöbetleri gibi insanı bitiren korkunç bir mücadeledir. Fakat yazarlar mücadeleye devam ederler yine de. Engelleyemedikleri o yazma dürtüsü yüzünden…

  Dünyayı bir yöne getirmek, diğer insanların uğrunda çabalamaları gereken toplumun nasıl bir yer olduğu hakkındaki fikirleri değiştirmek yazmanın politik dürtüsüdür. Bazı yazarlar için yazma uğraşısında politik olma dürtüsü daha ağır basar. Bu onların diğerlerinden daha duyarlı olduklarını kanıtı mıdır? Bilmiyorum… Ama toplumun yansıması olan edebiyat hayatın içindeki tüm yaşanmışlıkları konu aldığı için politik değil midir zaten? “Hiçbir kitap politik eğilimlerden gerçekten bağımsız değildir. Sanatın politikayla hiçbir ilgisinin olmaması gerektiği fikrinin kendisi de politik bir tutumdur.” der bu yüzden George Orwell. “İyi nesir, pencere camına benzer. Hangi dürtülerimin daha güçlü olduğunu söyleyemem, fakat hangilerinin peşine düşülmesi gerektiğini biliyorum. Ve dönüp eserlerime baktığımda, politik bir amacım olmayınca hep ruhsuz kitaplar yazdığımı ve ağdalı pasajlara, anlamsız cümlelere, süslü sıfatlara ve genel olarak saçmalığa kapıldığımı görüyorum.”

  Yazar toplumdan bağımsız değildir ve hangi türde yazarsa yazsın yapıtı da hayattan soyutlanamaz. Yazarın yaşama şeklini biçimlendiren ve amacı olan yazma uğraşısının sonucunda ortaya çıkan kendi gerçekliği, onunla buluşan okurun da gerçekliği haline gelir. O söz büyüsünün evreninde yolculuk yaparken aslında yaşamını yeniden anlamlandırmanın peşindedir okur. Ama bu yeterli midir? Bir taraftan da her okuma eylemiyle bir değişimin parçası olan okurun bunu yaşamın akışışı içinde içselleştirmesi gerekmez mi? Bu yüzden yazarın görevi; acıyı yadsımak, onun olmadığı yanılsamasını yaratmak, acının izlerini silmek değildir. Tersine, onu somutluğuyla benimsemek ve görebilelim diye bir kez daha somutlaştırmak zorundadır Bachmann’a göre. Hepimizin isteği, görebilen kişiler olabilmektir çünkü.

  Orwell, Neden Yazıyorum adlı kitabın sonunda yer alan iki hikâyesiyle bireyin kimlik sorunsalını ve grup psikolojisinin onu nasıl etkilediğini gözler önüne serer.  ”…Aynı dünyayı gören duyan anlayan bir adam… İki dakika içinde ani bir kopuşla birimiz göçmüş olacaktı: Bir akıl, bir dünya daha az. ” Bir idam adlı hikâyesinin kahramanlarının sıradan bir olay gibi idamı izlemeleri, insanın acımasızlığının, olaylar karşısındaki duyarsızlığının bir yansımasıdır. ”…Kapaktaki ipe bağlı başında çuval olan adama baktık ve haykırışlarını dinledik: her haykırış hayatın bir saniyesiydi. Aynı düşünce hepimizin kafasının içindeydi: Ah, onu çabuk öldür, üstesinden gel, şu iğrenç sesi kes! “ İdam edilen adamın çığlıklarına kulaklarını kapatan sonrasında hiçbir şey olmamışçasına davranan insanlar… Tıpkı günümüz insanının duyarsızlığı…

   Bir İngiliz polisinin gözünden anlattığı otobiyografik ögeler içeren Bir Fili Vurmak hikâyesinde ise grup psikolojisinin birey üzerindeki etkilerini dile getirir. Yaptığı işten nefret eden, imparatorluğun tüm pis işlerine tanıklık eden bireyin kimlik sorunsalıdır bu. Hikâye, evcilleştirilmiş bir filin kaçarak kasabada dolaşması ve bir Hintli ameleyi öldürmesi üzerine gelişir. Anlatı yazarın emperyalizmin gerçek ruhunu anlamasını sağladığı Burma’da başından geçen bir olaydır. Kahramanımız olan İngiliz polis(yazar) fili vurmak istememesine rağmen arkasında toplanan kalabalığın etkisiyle onu öldürür. Yaşanılanların farkında olan ama toplumun tepkisinden korkan bireyin düştüğü durumdur bu. Toplumun insana bakışı ve emperyalizmin tüm o çirkin yüzü gözler önüne serilir anlatıda. “…Ayrıca, eğer sahibi kontrol altında tutamıyorsa azgın bir fili vurarak yasal anlamda doğru şeyi yapmıştım. Avrupalılar arasında fikirler ikiye ayrılmıştı: Yaşlılar doğrusunu yaptığımı söylerken, gençler bir ameleyi öldürdü diye bir fili vurmanın yazık olduğunu çünkü filin lanet olasıca bir ameleden daha kıymetli olduğunu söylüyorlardı. Daha sonraları amele iyi ki ölmüş de fili vurmam için bana yasal zemini hazırlayarak geçerli bir bahane vermiş diye düşündüm. Acaba diğer insanlar, fili sadece aptal gibi görünmemek için vurduğumu anlamışlar mıdır?”

  Acaba bizde birçok şeyi aptal gibi görünmemek için mi yapıyoruz? Harrari’ye göre; Homo Sapiens’i diğer hayvanlardan farklı kılan ve onu gezegenin efendisi konumuna yükselten bireysel aklı değil, gruplar halinde düşünebilmesidir. Tüm mesele efendi olabilmek mi? Gücün efendisi… Yanlış olduğunu bildiğimiz birçok şeyde tepki gösteremeyişimizin nedeni bu mu?

  İdama seyirci olanın duyarsızlığıyla, aptal gözükmemek için fili vuran arasında fark var mı peki? Sürüden ayrılıp kendi akıl ve iradesine göre davranamayan iki akıl… Boğa yerine matadoru tutan… İki adam ve iki eksik dünya… Ya biz? Aptal rolünü oynamamak için eksilttiğimiz dünya…  Evet, yaşadığımız zaman dilimi Orwell’in yaşadığı çağdan farklı… Onun çağının büyük sorunları, savaşları, kıyımları, sömürgeleri(…) yok… Fakat çağımızın kara deliklerinin içinde şekil değiştirmiş bizi bekleyen yeni tehlikelerle karşı karşıya değil miyiz? Uyanış için neyi bekliyoruz o halde? Bir olay… Yaşamın sahnesinde küçük bir rol… Bir hikâye…

Ya tüm bunlar dünyayı anlamamıza, anlamlandırmamıza yetmiyorsa…

 

 Kaynaklar:

George Orwell, Neden Yazıyorum, Sel Yayınları

Yuval Noah Harari, 21.Yüzyıl İçin 21 Ders, Kolektif Kitap

Ingeborg Bachmann, Bu Tufandan Sonra Metis Yayınları 

https://sharingknowledgenewsletter.com/2020/12/09/george-orwell-shooting-an-elephant-analysis/

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Shooting_an_Elephant

 

Havanur-Susoy-Taflan
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Moğolların Japonyayı istilası
Sonraki
Yaşayan Bir Otobiyografi

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.