“Bugünlerde çoğumuz pek az umutla yetinebiliyoruz. Fakat ben sizlerin okur olarak bizim eserlerimizden umut isteme hakkınız olduğunu düşünüyorum” diyor Ursula K.La Guin. Kitapların dünyasının bize sunduğu ya da sunacağı umudun önemini vurguluyor ve devam ediyor; bu umudu bilimden isteyemeyiz. Bilim umut işi değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır, bize olumlu bir şey sunduğunda bile. ( Bilim kendi gerçek amacında, daha mükemmel bir nesnellik, daha gerçeğe yakın bir doğa taklidi yaratma amacında ilerlemeye devam eder.) Sanat iyisi ve kötüsüyle her çağ için merkezi önem taşır. Çünkü yalan söylemez. Sunduğu umut sahte değildir. Bu nedenledir ki diyor La Guin; insan için sanat her zaman yaşamının merkezinde yer alır. Ama umut isteyebilmek için de okur olmak gerekli. Nasıl bir okurluktan bahsediyoruz burada. Gerçekten okuryazarlığa gereken önem veriliyor mu peki?
Günümüz dünyası tamamen ekonominin üzerine kuruludur maalesef. Bu nedenle okuryazarlık kavramına göstermelik olarak önem verilir. Kitaplar resmi olarak yüceltilir. Okullarımızı da merak ve kapsamlı düşünme yerleri olarak geliştirmek yerine, sizce de giderek yalnızca iş gücü yetiştirme alanları haline getirmedik mi zaten? Öğrenmek ağır ilerleyen ve zorlu bir süreçtir. Kitap okumanın bu sürece katkısı tartışmasız bir gerçekliktir. Fakat birçoğumuzu bu zor ve yavaş bilinçli çabanın yararlarına ikna etmek neredeyse imkânsızdır. Gene de haksızlık yapmayalım okuma konusunda, ister okul kitaplarının ezberlendiği çağda olsun, ister ortaya sonsuz verilerin parmak uçlarımızda olduğu günümüzde okuryazar olmak çok da kolaydır. Fakat basit bir eylem olarak da görülmemelidir. Çünkü okumak edilgen bir tepki değildir; zihni duyguları ve iradeyi işin içine karıştıran bir eylemdir. Artık ne kadar kitap satıldığı, ne kadar çok okunduğu değil de nasıl okunduğu sorusunun asıl soru olduğu bir dönemdeyiz.(Ekonomi üzerine kurulu dünya böyle düşünmese de)
Etrafımızda bulunan her şey bizi düşünmemeye dünyayı özenle siyah ve beyaz, iyi ve kötü, biz ve onlar diye bölen dille ve klişelerle yetinmeye teşvik eder. Fakat okuduğumuzda; toplumun duyarlı ve iyi gördüğü kısıtlı söz dağarcığından çıkıp daha geniş daha zengin ve hepsinden önemlisi daha belirsiz olana adım atmak ki bu insana dehşet verir. Çünkü sözcüklerin bu öteki dünyasında sınır yoktur. Bu uçsuz bucaksız kelime hazinesinin kapıları bize ancak ona zaman ayırırsak ve keşfetmek için çaba harcarsak açılır. Dünyayı ve kendimizi anlarız işte o zaman. Yüzyıllar boyunca sözcüklerin yaptığı da bu değil midir zaten? O zaman nasıl öğreneceğiz bunu. Eğitim sisteminin topal ördek misali ilerleyişinde mi, yoksa bireysel bir çabayla mı, her ikisi de tartışmaya açık bir alan olsa da bireysel olarak şu günlerde okumaya daha fazla zaman ayırdığımız gerçekliği üzerinden gidelim biz. Bu noktada da okur nasıl olmalı sorusuna bakmalıyız galiba. Eğer sözcüğe hayat vermezsek, yaşamda tekrara kaçarız. Ona hayat vermek ise; hayal etmek, engelleri kaldırmak, sınırlara aldırmamak bize dayatılan dünya görüşünü alaşağı etmek demektir. Bu da kitaplarla yaptığımız ilişkiyle olur. Bize bu hayatin kapılarını açan kitaplar nasıl okunmalıdır o zaman? Nasıl bir okur olmalıyız ki sözcüğe can verebilelim?
Şu kesindir; İdeal okur, iyi okur ya da nitelikli okur ne dersek diyelim daha ileriye ve derine gitmek, korkularımız ve kuşkularımızla gizli sırlarla yüzleşme cesareti göstermek, kendimiz ve dünya açısından toplumun işleyişini sorgulamak, düşünmeyi öğrenmek için başka türlü okumayı öğrenmek zorundayız. Bu öğrenmeyi de gene yazarlar sayesinde kavrarız. İdeal okur mu iyi okur mu sorusunun cevabını Alberto Manguel’in Okumalar Okuması kitabının sayfaları arasında arayalım isterseniz. Yazar ”İdeal Okurun Tanımına Yönelik Notlar” kısmında yer verir bu konuya. Okurun özeliklerini alt alta sıralar. Yazarların istediği okurlardan da örnekler verir bize.
” İdeal okur bir hikâyeyi izlemez ona katılır. İdeal okur metni alt üst eder. Yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez. Biriktiren bir okurdur. Bir kitabın her okunuşu anlatının anısına yeni bir katman ekler. Belirgin bir milliyeti yoktur. Asla keşke demez. Kitabın karakterlerinden birine âşık olma yetisine sahiptir. Her kitabın kendisi için yarattığı kural ve düzenlemelerin acımasız bir uygulayıcısıdır.
Üç tür okur vardır yargılamaksızın keyfini çıkaran, keyfini çıkarmadan yargılayan, sonuncusu ise bir sanat eserini yeniden üreten okurdur. İdeal okur asla sabırsızlanmaz.”
Marguis de Sade, ”sadece beni anlamaya yeterli olanlar için yazıyorum. Onlar da hiçbir tehlike olmaksızın beni okuyabilir” diyor. Alberto Manguel ise ideal okurun daima tehlike altında olduğunu söyleyip onun yanıldığını söyler. Tüm bu açıklamalardan sonra Manguel son noktayı koyar. Edebiyatın ideal okurlara değil sadece yeterince iyi okurlara bağlı olduğunu söyler. Anlayacağınız ideal olmasa da iyi okur olmalıyız hayal ettiğimiz dünyayı inşa etmek için. Okurluk konusunda Yaşar Kemal’e kulak verelim biraz da. O da okuruna sorumluluklar verir; onun da okuru insani olarak iyi olma erdemine sahip olmalıdır.
Benim kitaplarımı okuyan batıl olmasın savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürüsüne karşı çıksın kimse kimseyi aşağılamasın. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri insanlıkları elinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksulluklarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülükten arınsınlar.
Okur olarak ister iyi, ister ideal okur olalım bunu olabilmek için öncelikle okuma eylemini gerçekleştirmemiz gerekir. Bunun yaşam için ne kadar gerekli bir eylem olduğu bilincine sahip olmamız gerekir. Okuma alışkanlığı ve önemi konusunda da Ercan Kesal’a bakalım.
”Avanos Halk Kütüphanesinin, orta boy kartvizit büyüklüğündeki açık sarı renkli üyelik kartı, çocukluğumun her kapıyı açan mucizevi özelliklerine sahip pasaportuydu adeta.
Misal; bedavaya ve kimseye haber vermeden, Jules Verne’inin ‘’Esrarlı Ada’sında gezebiliyordum kafama göre. Ne soran var, ne karışan. Sonra, bir sürü tanıdığa rastlıyordum. Mesela, ‘’Notre Dame’nin Kamburu’’ndaki Quasimodo bizim Sarıhıdırlı Yaşar’a ne kadar çok benziyordu! Esmeralda da benziyordu birine ama onu söyleyemem şimdi. Ya da, Steinbeck’in Bitmeyen Kavgası’nda, ölen arkadaşının ardından konuşan işçinin son sözleri: ‘’Yoldaşlar, O, bu dünyada kendisi için hiç bir şey istemedi.’’ İyi biliyorum; bu cümlelerle döşendi bundan sonra dünyanın kalbine yaptığım tüm yolculukların taşları. Yıllar sonra, Belgrad’ın bir dağ köyünde bir başka hikâye üzerinden yine karşılaşacağım İvo Andriç’in Drina Köprüsü’ndeki zalim Abid Efendi, bildiğin bizim bedenciydi işte. Pearl S. Buck’un Ana’sı anam, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşlarındaki baba, benim babam, Kerim Korcan’ın ‘’Linç’ ’indeki Arap Kadir de abimdi… ”diyor Kesal. Bu alıntı Ercan Kesal’in lise öğrencileri için kaleme aldığı bir mektuptan. Mektubun sonunda çocuklara okuma ve yazma konusunda tavsiyelere yer veren yazar, okuma eyleminin, sözcüklerin büyüsü keşfedildiğinde, bunun vazgeçilmez bir yaşam alışkanlığı olduğunu söyler.
”Sevgili çocuklar, kitaplar, sözcüklerin büyüsüyle buluşturacaktır sizi! Önce okuyarak, sonra da yazarak, dışardaki dünyanın size dayattığı gerçeğin dışında başka bir gerçekliği keşfedeceksiniz. Etrafınızdaki yaşamın sizi doyurmakta yetersiz kaldığı anları ancak kitaplarla doldurabilirsiniz.
Hayatınızdaki tüm boşlukları kendi uydurduğunuz hayaletlerle doldurup donatmak için hayal gücü ve sözcükler aracılığıyla bir dünya yaratabilirsiniz. Bu mümkün. Bunu keşfettiğinizde zaten kitaplardan, yaşadığınız sürece hiç vazgeçemeyeceğinizi de anlayacaksınız. ”
İşte tüm bunları anladığımızda da zaten iyi okur olmuşuz demektir. Okuma eylemi için (ideal ya da iyi okur olmak) sadece kitaplarla flört etmek yeterli olacaktır galiba. Ama bu aşktan vazgeçmemek şartıyla.
(Ercan Kesal’e teşekkürü bir borç bilirim. Kendisiyle kitap fuarında tanıştım, öğrencilerime mektup yazmasını istemiştim, sağ olsun kırmadı. Yukarıdaki yazısı öğrencilerime gönderdiği mektuptan alıntıdır.)
Alberto Manguel, Okumaların Okuması, YKY Yayınları
Ursula K. La Guin, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Metis Yayınları