Huzursuzluk-Livaneli

Kaynak belirtilmedi

 

Farklı bir dünyaya dalmak, o aktarılanları yaşıyormuş gibi empati yaparak düşünmek nasıl güzel bir his anlatamam. Kitaplarda anlatılmak istenilen hikayelere öyle dalıyorum ki kendi günlük yaşantıma bunu yansıttığım bile oluyor.

 

Uzun zamandır okumak istediğim ama geç kaldığım bir eserden söz etmek istiyorum bugün.

 

HUZURSUZLUK…

Savunduğu fikirler yüzünden sürgün yemiş, özgür diye bahsedilen ama asla özgürlük yaşatılmayan dünyanın kıymetli yazarı; Ömer Zülfü Livaneli’nin eseri huzursuzluk.

Mezopotamya’nın dinlerini, mistik hikayelerini ve yapılan zulümleri konu alan bu kitabımızda; Hüseyin ve Melek Naz’ın acıklı hikayesi bizlere anlatılıyor.

 

HARESE…

Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama asla kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

 

BEN BİR İNSANDIM!

   Ne kadar da manası büyük bir cümle, kimisi ne demek istediğini anlamaya çalışır kimisi anlasa da ne söyleyeceğini bilemez.

İşte Melek Naz ve yol arkadaşlarının yaşadıkları acıları bizlere anlatmaya çalışmış yazar. Çok etkilendiğim ve sizlerle paylaşmak istediğim bir cümle var;

‘’İnsanlar bunca acı çekerken, İstanbul’da en iyi suşinin nerede yenilebileceğini konuşanlara dayanamıyordum.’’ demiş yazar.

Aslında bu cümleden birçok yorum çıkarılabilir. Bu acıları çeken insanların kaderi miydi bu?

Yoksa İbni Haldun’un dediği gibi coğrafya kader midir?

   Günümüzü ele alacak olursak batının ne kadar rahatlık içinde yaşadığını hepimiz biliyoruz ve özendiriliyoruz. Hayat planlamalarımızı, aman bir evim arabam olsun da yaşlanınca kimseye muhtaç olmayayım diye fazlaca çalışıp heba ettiğimiz ömürlerimizi bir kenara koyuyorum.

Evet bu doğru, batıya göre hep daha fazla çalışmalıyız önümüzdeki kur farkını aşmak imkansız olmuş durumda. Peki ya kendimizi düşünürken bizden daha kötü durumlarda olanları unutuyor muyuz?

Erkeklere, kadınlara , çocuklara yapılan bu eziyetleri ancak bize aktarılan yazılarla görebiliyoruz. Kız çocuklarının nasıl zulüm gördüklerini, bir sigara paketine satıldıklarını, vahşice öldürüldüklerini biz görmüyoruz. Sadece okuyoruz kendimizi onların yerine koymakla yetiniyoruz.

Vatanını, akrabalarını bırakıp yurttan göçen insanlara neden kötü gözle bakıyoruz, neden vatan haini konumuna koyuyoruz? Her şeye susmak istemeyen,belli bir standartta yaşamak istemeyen bu insanlara bu zulmü neden yapıyoruz.

Kitapta ben bir insandım diyen Nergis ve Hüseyin’i düşünüyorum. Birisi bu zulmü yaşayan diğeri ise bu zulmü yaşatanların aksine dört kolla yardım eden bir insanmış. Evet insanmış diye vurguluyorum çünkü ölmeden önceki son sözleri BEN BİR İNSANDIM olmuş. Yazar bize öyle etkili bir dille aktarmış ki  internete girip Ezidiler hakkında kısa bir araştırma yaptım.

Kendilerinin yanlış olmadığını aslında ne kadar bizler gibi olduklarını anlatma fırsatı bile vermemişler onlara. İslam yancısı diye gezinen örgüt, islamın yer vermediği her kötülüğü yapmış sonra da müslümanlığın ardına saklanmış.

Günümüzde hala etkisini sürdüren bu zulüm çoğumuz fark etmese de devam etmektedir.

 

 

Yezîdîler mi?, EZİDİLER Mİ?..

 

Kitapta bahsedilen ezidilik ile ilgili bir yanlış algı oluştuğu sonucuna vardım. Ezidi ile Yezidi kelimelerinin farklı olduğunu ve aslında bu yanlışın yüzünden insanlara zulüm edildiğini okudum. Bulduğum bir kaynakta şunlardan bahsediliyor;

‘’Sünni radikaller, ezidi isminin emevi hanedanının ikinci halifesi olan ve hiç sevilmeyen yezid ibn muaviye’den geldiğini düşünüyor. Ancak araştırmalar gösteriyor ki ismin yezid ile bir ilgisi yok.
Ezidi isminin İran şehri yezid ile de bir ilgisi yok. İsmin kökeni modern Farsça’da melek ya da ilah, tanrı anlamına gelen “ized” kelimesinden geliyor. Ezidi kelimesi basitçe “Tanrıya inananlar” anlamına geliyor, Ezidiler de kendilerini bu şekilde tanımlıyor. ‘’ diye bahsedilmiş.

 

Melek Naz,Nergis ve Zilan’ın sınırdan Türkiye’ye geçişlerine kadar ki uzun ve zor yolculuğunun sonucunda Melek Naz şark dağlarında bebeğini eline alıyor. Aç ve susuz geçen günler boyunca Melek Nazın sütü hem bebeğine hem de kardeşlerine can veriyor. Hikayenin en etkileyen kısmı burasıdır benim için. Yaşama umuduyla yola düşen üç kız çocuğunun hikayesi.. Onlara yardım etmek uğruna canından olan Hüseyin’in hikayesi bu..

 

Aleyna
İstanbul,Turkey
Önceki
Babacan Premium Kule’de Açık Mutfak Balkonlu Deniz Manzaralı 2+1 satılık daire

Babacan Premium Kule’de Açık Mutfak Balkonlu Deniz Manzaralı 2+1 satılık daire

Sonraki
YAZI YAZARAK DOLAR KAZANMAK

YAZI YAZARAK DOLAR KAZANMAK

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.