Biz hep sonbaharı suçladık hüzün ve keder mevsimi diye… Halbuki hüzün de keder de bizim içimizdeydi. Bütün mevsimlerde biriktirdiğimiz hüzünlerimizi, ayrılıklarımızı sonbaharda düşen yapraklarla dile getirdiğimizi sandık. Halbuki düşen her yaprak sonbaharın bir vuslatı veya sonbaharın bir sevinci olabilirdi, biz bunu hep göz ardı edip sadece bize duygularımızı yansıtan sığındığımız bir liman olarak görmüştük sonbaharı.
Kim ayrılık yaşamışsa ayrılıktı sonbahar… Kim hüzünlü ise hüzündü sonbahar … Kim mutluluk yaşadıysa mutluluktu sonbahar… Kim vuslat yaşadıysa vuslattı sonbahar…Aslında bize içimizi yansıtan bir aynaydı sonbahar…
Güzel bakmayı bilen aynaya bakınca güzellik görürdü. Güzel bakmayı bilmeyen aynaya bakınca her güzellikte kusur görürdü. Kusurlu olan ayna değildi bizdik.
Kısacası sonbaharı hüzünlü hale getiren kendisi değildi . İnsandı onu hüzne kedere boğan . O tüm güzellikleri gösteren bir ayna görevindeydi. Bizse aynaya bakmayı bilmeyen , suçlu arayan çaresiz kişilerdik… Oysa herşey bizde başlıyordu. Ya hüzün keder kuyusuna düşüp çevremizdekileri de o kuyuda kendimizle beraber boğacaktık ya da sonbahara cennet diyip mutluluğu ve huzuru bulacaktık.
Herşey sizde başlıyor… Güzel görebilirseniz sonbahar size cennet ,vuslat, mutluluk olur. Güzel göremezseniz sonbahar size cehennem , hüzün ve ayrılık denizi olur. Sonbaharda düşen her yaprakla siz de ömrünüzden tüketirsiniz. Sonbaharı hüzünden mutluluğa çevirmeye ne dersiniz?
VESSELAM