en uzun yolculuklarimizdan biridir huzun. bir sabah yatagimizdan sokulup battaniyeye sarilarak komsunun taka tuka anadol’una birilerince bindirilisimizle baslayip, adini duymadigimiz, kulelerini gormedigimiz kentlerin ara sokaklarina dogru ucu bucagi bilinmez, yolluksuz cikilmis bir yolculuktur iste. ne battaniye bildigimiz gibi kokar, ne araba durmadan kayar siyaha durmus asfaltta. her sey tekler, tikirdar, her koseden bir ses gelir, hicbir sey anlatamaz kelebek camindan gordugumuz sert otoyol peysajinin burdugu yuregi. oysa sukunet yarasir huzne. siyah uzun elbise altina sandalet gibi acik, duz, sade durmak yarasir. seslerle, renklerle, kalabalik yerlerle zedelenmek istemez. demlenir, tadi cikar, sonra yavas yavas dagilir. bir kelebek kanadina bir dahaki sefer yine gelmek uzere takilir.
ortada elle tutulur tek bir sebep yokken
gözlerin buğulanması ama yaşların akmaması
kalbin sızım sızım sızlamaya başlaması
birbirinden alakasız siyah beyaz karelerin hafızada belirmesi
çok ama çok yalnız hissetmek
miniciklik ve çaresizlik hissi
kendine acıma hali
ve tüm bunların geçeceğini bilmek
bir şekilde…
Elde var hüzün (Atilla İlhan)
o uzun şehirler arası yolda topraktan , çatılardan , köprülerden yaşlar damlarken yüreklere; bedenler geçerken köprülerin altından ve gözler takip ederken kesik kesik çizgileri insanın içine çöreklenen garip bir sızı.
yalnızlığın yanında getirdiği insanın bazen içini ürperten, bazen gözlerinin dolmasına neden olan ama ağlatmayan, perdenin hafifçe kımıldamasına neden olan esinti.
hüzün azığımız bizim
elimizi cebimize atınca
bulmak istediğimiz bozuk para gibi
ekmek dolabında kalmış
kızartılmayı bekleyen bir kaç bayat dilim ya da
birini çok özlediğini düşündüğünde araması gibi
çok açken simitçiye rastlamak
ramazanda pideyle oruç açmak
ya da kan ter içinde kalmışken uzatılan bir bardak su gibi
mis gibi kokan bir sevgili
ya da uyumadan önce saçlarını okşayan bir anne gibi
kucağında hırlayan bir kedi
alt komşunun getirdiği sıcak bir tabak helva
bayramda bakkalın uzattığı bir çikolata
cafede kahvenin yanında gelen minik bir kurabiye gibi
hayatın torpil geçmesini bekliyoruz
hüzün hep iç cebimizde
kalbimizin hemen üstünde
çıkarıp atamıyoruz
eski bir dostun içten bir mesajı gibi
hüzün esiyor
üzerim ince
hemen hapşuruyorum iki kere
üstelik peş peşe
her şey başkalarına ait, onlara sahip olmamanın hüznü hariç.” *
https://youtu.be/_Y4K0aCkOlg