Hayatta hakkımızda hayırlı olanı yalnızca tahmin edebilmek can sıkıcı olabiliyor.
Alacağımız arabayı, yaşayacağımız evi veya ailemizi biz seçemiyoruz.
Seçebileceğimiz tek kişi, evleneceğimiz kişi olabilir diyorum ben. Her seferinde.
Semih’in hikayesini öğrendiğiniz zaman muhtemelen siz de öyle düşüneceksiniz. Neticede bazı seçimleri yapmamız uzun zaman alabiliyor, özellikle evlilik benzeri seçimleri.
Hele ki Kocaeli gibi canlı bir şehirde yaşıyorsanız, ekstra zor olabiliyor, Semih seçmemişti aslında burada yaşamayı, kaderini doğmadan, 18 olmadan, belirleyemezdi sonuçta.
Babasının tayini Kocaeli’nin, Namık Kemal Anadolu ismindeki bir lisesine çıkması özellikle, Semih’i 8 yaşında, doğup büyüdüğü Batman şehrinden uzaklaştıracak, Marmara’nın en fiyakalı şehirlerinden birinde, hayatı boyunca unutamayacağı anlara, bir daha görüşmek istemeyeceği insanlara doğru bir yolculuğa çıkartacaktı. Semih, bu yemyeşil, 3 katlı apartmanı ilk gördüğünde, neden böyle, şehrin merkezinde, gürültünün kucağında diye önce kendini sorgulasa da ardından Babasının okulunun konumunun şehir merkezinde olması, bütün soru işaretlerine cevap olacaktı.
“Bu ev neden böyle bir sokakta Baba?” Diyebildi Semih yalnızca. “Şehir merkezinde olmak bizim için çok daha iyi babacım, burada daha iyi okullarda okursun ve daha çık arkadaşın olur.” Demişti Babası. Evlerinin bulunduğu sokak daracıktı, bir mahalle bakkalı, düzinelerce ev ve evin tam önünde yukarıdan aşağıya inen bir bayır bulunuyordu. Mahalledeki kahverengi tonlu evlerin arasında fıstık yeşili rengiyle parlayan tek ev Semihlerin eviydi. Bu da bir nevi, semihin sıradan olmadığının göstergesi değil de neydi.
Neyse ki onun gibi, sıradan olmayan birisi daha vardı burada, İpek, Semih’in ilk aşkı.
Evlerinin hemen yanı başında bulunan 4 katlı bir soluk sarı renkteki apartmanın 3.katında oturuyordu İpeklerin ailesi. Semih yeni evdeki ilk haftalarını tamamıyla odasına kapalı olarak geçirse de artık arkadaş edinme zamanı gelmişi neticede bir arkadaşı olmasa, insan bu koskoca şehir ile baş edebilir miydi?
Ederdi etmesine de yalnızlık insanı yoruyordu sahiden, Semih bunun farkına daha o yaşta varmış olacak ki, bilgisayarını ani bir kararla kapatıp, kapısının önüne turlamak için çıkacaktı, hem belki bu sayede daha kolay arkadaş edinirdi.
İki çocuk gördü Semih, uzun, kıvırcık saçlı, üzerinde gök mavisi bir tişört olan kız, elindeki tenis topunu, elleri açık şekilde bekleyen, sar saçlı, kahverengi gözlü çocuğa doğru fırlattı, bu sefer fırlatma sarısı çocuktaydı.
“Dikkatli at bir dahakine sersem, arabamızın camını kırmak üzereydin” diye seslendi kız oğlana. “Özür dilerim hanımefendi, ne kıymetli arabanız varmış sizin de! İlk söylediğin zaman anlamıştım tekrar etmene gerek yoktu hani!” diye bir serzenişte bulundu oğlan kıza.
Bu döngü bu şekilde ilerlerken ise Semih oracıktan sakin ve buruk bir ifade ile geçiyordu. daha sonra isimlerinin Koray ve Bengü olduğunu öğreneceği bu iki arkadaşı, gelecekteki en yakın iki arkadaşını kıskandı o an Semih, çünkü onun kız bir arkadaşı hiç olmamıştı, yakışıklı çocuktu aslında, siyah, uzun saçları, yemyeşil gözleri vardı, boyu da 8 yaşındaki bir çocuk için epey uzundu, kızlar hep yaklaşmayı deniyordu aslında Semih’e. Lakin Semih’in çekingenliği başına büyük bela olmuştu uzunca bir süre.
Sadece kızlar değil üstelik, kuzenleri, eski okul arkadaşları, çevresindeki insanlar, hepsi Semih’e karşı daha bir uzaktı bu yüzden.
Hatta bir keresinde, Semih 5 yaşında iken, bir lunaparkta palyaçonun uzattığı balonu almadığı için, palyaço “Ov, yoksa benden korkuyor musun?” diye, ağızını biraz daha ürkünç bir hale getirerek zavallı Semih’e baskı yapmıştı, o gün koşarak oradan uzaklaşan Semih, uzunca bir süre daha lunaparka adımını atmamaya yemin etmişti. Çekingenlik, büyük bir kişilik bozukluğu olmasa da insanın başına işte yer yer bu tarz sıkıntılar açabiliyor. Elimizden geldiğince çabalamalı ve bu özelliği minimuma indirgemeliyiz.
Semih’in çekingenliği, uzun yıllar sürecekti, bu uzun yıllar boyunca da olabildiğince başını belaya sokacak, yeri geldiğinde onu küçük duruma düşürecekti, sevgisiz Palyaçoda olduğu gibi.
Mahallede biraz daha ilerledikten sonra karşı mahallenin girişinde bulunan, “Tipoz Market” ibaresini gören Semih, harçlığına denk bir şeyler almak üzere yola koyuldu. Tam o esnada, kader onu hiç beklemediği, tahmin edemediği, biraz renkli, biraz sinirli ama bir o kadar da cana yakın bir kız ile tanıştıracaktı. İpek.
İpek ile tanıştığı güne kadar, Semih, hiçbir kızla doğru düzgün diyalog kuramamıştı. Sanırım bunun sebebi, İpeğin diğer kızlara oranla daha ilgi çekici davranışlar sergilemesiydi.
Ne de olsa tanıştığımız her insan, kapısının önünden geçiyoruz diye bize, içi gıda boyası bir su balonu fırlatmıyor. Evet yanlış okumadınız veya ben yanlış yazmadım. İpek, Semih’e mor renkli gıda boyasını içinde doldurarak şişirdiği pembe su balonunu, bir saniye bile düşünmeden fırlatmıştı. Neyse ki çocukcağız yüzünü kurtarabilmiş, darbeyi yalnızca vücudunun arka tarafına almıştı. Buna rağmen berbat haldeydi.
“Tam isabet! Sen, hey, evimden uzaklaş!”
“Ya sen salak mısın? Ne yaptığını sanıyorsun? Üstümü ne hale getirdin küçük cadı!” dedikten sonra, gözlerini balonun geldiği pencereden onu izleyen, dalgalı, kısa saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli kız çocuğu ile göz göze geldi Semih, etkilenmişti açıkçası ondan.
“Evimin önünden geçme hakkını sana verdiğimi hatırlamıyorum canım! Buraya nereden geldin, nereden geldin, seni daha önce görsem hatırlardım, kimsin sen?” gibi, ilk başta sergilediği saldırgan davranışın aksine, bu ani tavır değişikliğinde çocuğun parlayan yemyeşil gözlerinin etkisi büyüktü sanırım.
“İzin almamı gerektirecek bir durum olmamalı, bu sokak özgür ve tüm insanlar için nihayetinde? Sen böyle evinin önünden her geçene su balonu mu atıyorsun? Nasıl bir psikopatsın acaba sorabilir miyim?” diye ukala bir tavır sergiledi Semih, ondan beklenenin aksine.
“Hayır, yalnızca dikkatimi çeken oğlan çocuklarına atıyorum, sen de öylesin, ayrıca evet benden izin almalısın, çünkü burası benim evim ve bu mahalleye de senden çok önce geldim.”
“Sen bayağı, farklı bir kızsın, arkadaş olmak ister misin?” dedi Semih, yüzünde umutlu bir gülümseme ile. “Eğer bir daha buradan geçerken benden izin alacağına söz verirsen evet.” Diyordu İpek, Semih’in bu nazik, dostluk teklifine.
Parmağıyla bir işareti yaptıktan sonra odasına döndü İpek, elinde koca bir su şişesi ve beyaz renkli, siyah çizgileri olan, kısa kollu bir tişört eşliğinde, kapıdan çıkarak Semih’in yanına inmek üzere merdivenlere koyuldu.
Ailesi pek baskıcı olmadığı için giriş çıkış konusunda rahattı ipek, yaşadıkları mahalle, günümüz mahallelerine kıyasla çok daha insancıldı sonuçta.
İpek kapıyı açar açmaz gördüklerine inanamadı, çocuğun boyu tahmin ettiğinden daha uzun ve yüzü, aman Yarabbi, çok yakışıklıydı bu oğlan.
Bu sefer çekingen olma sırası İpeğe gelmişti anlaşılan. Kızarık yüzünü saklamaya çalışırcasına bir tavır sergileyerek, elindekileri Semih’e uzattı. “Az önce küçük bir psikopat vardı yukarıdan bana bakan ama karşımdaki şu an karşımdaki kız bunun tam tersi, dilini mi yuttun sen?”
“Yok be, sadece, tahmin ettiğimden, daha şeysin…”
“Neyim? Sinir biri mi?”
“Hayır, boya içinde kalmış biri diyecektim.” Dedi, gülmeye başladı İpek, özgüveni çabuk yerine gelmişti anlaşılan.
Yine de bu çocuğa vurulduğu gerçeğini değiştirmezdi.
İkili, önce Semih’in kirli tişörtünü bırakmak üzere onun evine doğru yürümeye koyuldular derken sarışın oğlan kıza seslendi. “Kendin gibi boyalı bir arkadaş bulmuşsun İpek! A dur, bekle! Tabi ya! Onu o hale sen getirdin, ne garip birisin sen ya.” İpek bozuldu biraz, daha önce Koray’a da fırlatmıştı su balonunu ve iyi kötü bir arkadaşlıkları olmuştu ancak Koray, onu mahallelerine yeni bir kız gelince görmezden gelmeye başlamıştı. Davul dengi dengineydi sonuçta.
“Sen Koray’ın bahsettiği baloncu kızsın sanırım, adım Bengü” diyordu Bengü, elini İpeğe uzatarak. Koray ise Semih’in kirlenmiş, tişörtünü çıkarırken “Onun kusuruna bakma, arkadaş edinme konusunda başarısız biraz, arkadaş boyama konusuna kıyasla üstelik.” Diye ufak bir şaka yapıyordu. “Sorun değil” dedi Semih “Mor rengini çok severim ben” dedi, İpeğe bakarak. İpek az önceki kızarıklığına geri dönmese de yine ufaktan bir kaçacak delik aramaya başlamıştı yeniden ve biraz daha etkilenmişti bu yeni arkadaşından.
Semih, İpeğin yanına doğru ilerledi tişörtünü giydikten sonra. “İsmin ipek sanırım baloncu kız, ben de Semih, seninle tanışmak, çok ilginç gerçekten.” Dedi elini uzatarak.
“Seninle tanışmakta güzel Semih, yine de izin almayı unutma evimin yakınından geçerken, hatta beni çağırmayı da unutmazsan fena olmaz.” Dedi, utangaç bir tavır eşliğinde.
“Elbet, aslında markete gidiyordum ben o ara, hadi o halde hep beraber gidelim, madem artık arkadaş olduk.” Dedi, Bengü, Koray ve ipeği süzerek.
Bu dörtlü, o gün anlamıştı aslında, büyük bir arkadaşlığın doğduğunu, sadece daha önce bu tarzda kalabalık bir grupta olmadıkları için, garip hissediyorlardı o kadar.
Semih o akşam gerçekten çok mutluydu, arkadaşlarının yanından ayrılmayı hiç istemiyordu, özellikle de boyacı kızın. Başına gelecekleri bilseydi, öyle düşünür müydü acaba yine.
“Yüzünde gülü de geçtim artık gül bahçeleri açıyor oğlum, arkadaşlarını çok sevdin galiba.” Diyordu annesi Semiha Hanım “Evet anne, gerçekten çok seviyorum hepsini, özellikle de bir tanesini.” “Hım, o bir tanesinin, mora bulanan tişörtün ile alakası var mı acaba beyefendi?” diyordu annesi, imalı bir tonla.
“Ya anne! Uyumam lazım, sonra konuşalım.” Utanmıştı Semih, ilk defa bir kıza karşı böyle hissediyordu netice de. Utanması gayet doğal
Aradan 6 yıl geçti, bizim dörtlü bu süre zarfında, git geli bol, kavgalı, sadık ve eğlenceli vakit geçirmişti.
Lise dönemi gelmişti artık.
Semih yine her zaman ki gibi, yakışıklıydı, biraz daha büyümüştü, yüz hatları daha da belirgin bir hal almaya başlamıştı ve ortaokulundaki tüm kızları kendine hayran bırakıyordu. Yine de onun aklı İpekteydi, birlikte çok güzel bir dostlukları olduğu için de bozmak istemiyordu bunu. Ama zaman zaman, Semih’in kız arkadaşları ile kafelerde ve alışveriş merkezinde çekildiği pozları, İpeğin beğenmemesi, Semihte “Beni seviyor” izlenimi uyandırmaya başlamıştı. Gerçi bunu zaten ikisi de biliyordu.
Bengü, İpeğin en yakın arkadaşı, Semih’e bu gerçeği söyleyeli 2 yıl olmuştu sonuçta, ah ne zor bir süreçti İpek için. Hem sırrının korunmaması hem de sevdiği çocuğa karşı ekstra çekingen olmak zorunda kalması, İpek adına zor zamanları beraberinde getirdi.
Açıkçası Semih bu durumu, bir an önce çözmesi gerektiğini düşünüyordu 2 sene olmuştu bu olaylar yaşanalı ve eskisi gibi değillerdi İpekle.
Bir gün okul çıkışı, İpeği kafeye gitmeyi teklif etmek üzere telefonla aradı, İpek tamam demişti, ağzı kulaklarında bu teklifi kabul edip “Canavar Aromalar” kafesine doğru yola koyulmuştu.
Semih çoktan kurulmuş, siyah saçları eskiye oranla biraz daha kısa ve çok daha şekilli, beyaz, uzun kollu gömleği, siyah dar kot pantolonu ve Nike marka ayakkabısıyla, giriş kapısının önündeki sandalyede, her zaman ki gibi onun lise de okuduğunu sanan kızları, başından salma işi ile meşguldü, e onların da bir suçu yoktu ki, Semih babası levent bey gibiydi, gözlerini ve yüz hatlarını ondan, masumiyetini ise annesinden almıştı. İnce ruhluydu Semih. Kızlar görünüşünden ziyade bu özelliğin seviyordu. Kızların hepsi masadan kalksa da Sude hala kalkmamıştı, çocuktan 2 yaş büyük olduğu gerçeğini görmezden gelip, resmen gözlerinde kaybetmişti kendini.
Yalan yok, Sude güzel bir kızdı ama aşk bir kişi seçtiğinde diğer yüzler aynı geliyordu insana, Semih de bu durumdan nasibin yıllar önce almıştı İpeğin sayesinde, bir durup bir başlayan sohbetler eşliğinde birbirlerini tanıyan bu ikilinin sohbetini, caddenin başında görünen İpek bölmüştü, hem de ne bölmüştü ne!
Kırmızı deri ceketinin içine, beyaz renkli, kırık kalp desenli tişörtünü giymişti, siyah kot pantolonu ve siyah çizmeleri ile, Semih’in kendisini çağırma konusunda yanlış bir karar vermediğini gözler önüne seriyordu resmen, gözleri desen her zamanki maviliğinde, saçları biraz daha uzamış ve fönlenmiş, makyajının tonu ise birkaç ay sonra liseye yeni başlayacak bir kız için gayet olgun gösteren türdeydi. Sude’nin kalkıp orayı terk etmesi kimseyi şaşırtmamıştı.
“Bölmedim umarım.”
“Hayır, ben de seni bekliyordum, onun kusuruna bakma, yaşımın küçük olduğunu kabullenmek istemiyor sanırım, sürekli peşimde.”
“Sorun değil, alıştım ben senin bu ilgi odağı hallerine, önemi yok.” Diye lafı gediğine oturtmuştu İpek.
“Önemli olan benim ilgimin kimde olduğu değil midir İpek? Seni de buraya bu yüzden çağırdım zaten.”
İpek iyice utanmıştı, karşısında uzun zamandır görüşmediği çocukluk aşkını görüyordu, aynı mahallede göz ucuyla görmekle yetinmişti koskoca iki yılı, ailesine bile baskı yapmıştı okulunu başka yere aldırmaları için. Ailesi de ona yeni bir macera olacağını düşündüklerinden midir bilinmez, kızı kilometrelerce ötedeki ilçelerden birisi olan Körfez’deki Petkim Ortaokuluna yazdırmışlardı, neyse ki bu yıl mezun oluyordu diye içinden geçiriyordu İpek. Semih olmadan geçen ortaokul hayatından ne tat alabilmişti ne de güzel arkadaşlar edinebilmişti. Aslında Koray’ın yıllar önce dediği laf geçerliliğini korur nitelikteydi halen daha, İpek arkadaş edinme konusunda başarısız birisiydi, direk gidip konuşmak yerine her seferinde farklı yöntemler denemeyi seçiyordu. Bu şehir merkezli kızı da bu tarz bir ilçede pek seven çıkmamıştı. Birkaç kişi dışında tabi.
İpek heyecanlı bir şekilde Semih’in karşısına oturmuştu, sanki yıllar geçmemiş gibi başladı sohbet, ayrı geçirdikleri 2 koca seneyi konuştular, karalar bağlamadılar desek yalan olur, netice de ergenlik çağı başlıyordu artık, 6 koca sene nihayetinde, dile kolay. 14 yaşına girmişlerdi artık, 15 yaşlarına girmelerine bile aylar kalmıştı üstelik.
“İpek beni sevdiğini biliyorum, bunu bilmem için de Bengü’nün söylemesine gerek yoktu, birbirimizi ilk gördüğümüz anda tutulduk bu sır değil. Hem kim beğendiği çocuğa içi boya dolu bir balon fırlatır ki? İlgi çekici ve güzel bir kızsın, lise de ikimiz için de yeni bir serüven demek, ki muhtemelen aynı lisede okuyacağız, ben senin olduğu bir okulda, daha fazla senden ayrı kalmak istemem.” İpek şoka girmişti, adeta bir domates gibi kızardı, bu kadar kesin bir açılma beklemiyordu Semihten.
“Semih buna hazır mıyız bilmiyorum, biliyorsun, ilişki işleri arkadaşlıktan çok daha farklı ilerliyor ve çevrende çok fazla kız görüyorum, aynı şekilde benimkinde de erkekler olacak, lisede insanlar, ortaokuldakinden daha olgun oluyor, canımızı yakabilirler.”
“O zaman birbirimize sıkı sıkı tutunacağız lise hayatı boyunca, bu sayede kimse, birbirine sıkıca tutunan iki sevgilinin arasını açamayacak. İnan bana.” Der, ardından elini tutup gözlerine bakarak, onu sevdiğini söyler.
İpek hem bir rüyayı hem bir kabusu yaşıyordur, çocukluk aşkı ile bir ilişkiye başlamıştır an itibariyle ancak, ondan çok utanıyordur, sevmenin beraberinde utangaçlığı getirdiğine inanan insanlardan biridir İpek. Bu yüzden sevdiği çocukla göz göze geldiğinde, ona çocukken olduğu kadar net bakamıyor, yanında daha bir heyecanlanıyor ve kendini onun yanında tanıyamıyordur. O delidolu boyacı kız gitmiş, yerine boyalı olan tek yeri kızarık yanakları olan, naif ve hanım hanımcık bir kız gelmiştir.
Semih, İpekle birlikte bir taksi çevirir, evlerine dönmeden önce Tipoz Market’in önünde durmasını ister, birlikte inerler. Semih markete girerken İpeğe beklemesini söyler, daha sonra ise ilk tanıştıkları gün aldıkları dondurmanın aynından 2 tane alıp tekrardan müstakbel kız arkadaşının yanına gelir.
Semih “Biraz nostalji olsun istedim, sen bu dondurmaya bayılmıştın o gün, hepimizden önce bitirmiştin.” Der ve gülümser “Evet, çikolatalı olan şeylere dayanamıyorum kesinlikle, ki bunu az çok tahmin etmen gerekir.” Dedi İpek, ne de olsa ilk gün sadece bu dondurma ile çıkmamıştı marketten, bol aromalı çikolatalı gofreti de yanında götürmüştü yanında taşıdığı fazladan metaliklerin sayesinde.
“Evet” demişti Semih “Onu da unutmadım aslında” ve cebinden aynı çikolatayı çıkarıyordu ki İpek artık bayılmak üzereydi mutluluktan, acı ile geçen onca yıldan sonra nasıl bu çocuk hala bu kadar ince düşünceli ve aşık olabiliyordu kendisine, bu sorunun cevabını bir türlü veremiyordu İpek. “Semih ben gerçekten, özür dilerim-“ sözünü tamamlamadan kızcağızın yanağına bir buse kondurmuştu Semih.
“Özrün kabul edildi, şimdi iznin olursa evinizin önünden geçmem gerekiyor hanımefendi dedi.” O günden sonra ise hiç ihmal etmeden her geçtiğinde söyleyecek, kimi zaman mesaj, kimi zamansa arama yoluyla bu isteğini belirtecekti Kız arkadaşına.
İkisi için de zor bir sürecin başlangıcıydı lise bir, aradan 7 ay daha geçmişti ve lisenin ilk yarısını neredeyse kapatmak üzereydiler, takvimler ocak ayını gösteriyordu.
9.Sınıf onlar için başlı başına bir zorluktu, Körfez’de bulunan, Atatürk Anadolu Lisesini kazanmışlardı, istisnasız her çıkışta birlikte önce yemek yiyip ardından aldıkları soğuk kahvelerin eşliğinde otobüs durağına doğru hafif bir sohbeti de yanlarına alarak yürüyorlardı. Günler ayları, aylar yılları kovaladı ve ikili artık mezun olmak üzereydi, ergenlikte beklenenin aksine ikisi neredeyse hiç tartışmıyor, tartıştıkları zaman ise her seferinde bu süreci olgunluk ile aşıyorlardı. Hatta onlarla aynı dönemde ilişkiye başlayan arkadaşları Bengü ve Koray, bizim çifte kumrulara çok özeniyorlardı, aşkın tartışmak mı yoksa huzurlu bir şekilde geçinmek mi olduğunu o çağlarda anlamaları mümkün değildi tabi. Olsaydı eğer tartışmanın, bu işlerin tuzu biberi olduğunun farkında olurlardı muhakkak.
Mezuniyet öncesi bir sunum yapılacaktı, Yelda öğretmen bu sunum için İpek ve Semih arasında kalıp, uzun bir süre düşündükten sonra sunumu Semih’in yapması gerektiğine karar vermişti.
Gerek diksiyon gerek çalışma azminden olsa gerek okuldaki öğretmenlerin ve hatta öğrencilerin, Semih’e tam anlamıyla bir rol model gibi baktıkları sır değildi, İpek tam o dönemde, çocukluk aşkına antipati duymaya başlamıştı içten içe, evinin önüne gidip cam şişeler bırakmak, markete ondan önce gidip Semih’in sevdiği çikolatanın tamamını satın alıp yemek, evde saklamak ve bir keresinde lise çıkışı tek başına eve gitmek gibi bir sürü mantıksız davranış sergilemeye başlamıştı bizim esas oğlana karşı.
Esas kızımızın bu davranışlarına ilk başta kılıf uydurmak çok kolaydı, kıskançlık, başarılı olma hissi veyahut onun tanınırlığını azaltma, kendini ön plana çıkarma çabası. İpek her ne kadar iyi bir arkadaş olsa da aslında içten içe çok çetin bir düşmandı dostları için.
Su balonunu boya ile doldurup millete fırlatan kız gitmiş, yerine çok ayrı bir kız gelmişti. Sunum zamanı yaklaşmadan, sunumu berbat etmenin, bunu yaparken de fazla dikkat çekmemenin yollarını arıyordu İpek.
Bu davranışlarının kabul edilebilir bir yanı yoktu aslında, çünkü herkes isterdi sevdiği insanın başarılı olmasını.
Büyük gün geldiğinde, boyacı kız yine işleri boya ile çözmek istemişti ancak bu sefer farklı bir renk kullanmayı seçiyordu, onu en sevdiği renk olan yeşil ile vuracaktı hiç şüphesiz. Görmediği şey ise onu izleyen bir çift gözdü, Sude, o gün şans eseri o koridordan geçiyordu eski dostu (!) belki de çünkü İpek boyayı hazırlamak için, kameraların görmediği tek köşeyi seçmişti kendine ve geçmişteki belalısı bir okul ziyaretine gelmişti. Her şey bu kadar tesadüf olabilir miydi?
O anda anlam veremse de bir fotoğrafını çekti Sude İpeğin, gün belki de onun sevdiğine kavuşma günüydü kim bilir, netice de halen daha az da olsa görüşüyordu Semih ile, eskisi kadar yakın olmadıkları gerçeğini görmezden gelerek.
Semih sahnedeydi, İpek ise perdenin arkasında, bir bahane ile ayrılmıştı güya okuldan, Semih kızamamıştı bile onun gidişine, yine her zamanki gibiydi, dikkatinden bir şey kaybetmemişti Semih, çok heyecanlı olmasına rağmen adeta bir robot gibi konudan konuya fazla atlamadan, tam konsantre olmuş bir vaziyette sunumunu gerçekleştiriyordu.
Sude ise bu anları en ön sıradan izlemek bir yana dursun, pür dikkat gözlerini ayırmadan Semih’i izliyordu. Aklına bile gelmemişti İpeğin hain planının bu olduğu. Ah İpek! Nasıl yapabildin bunu!
Sahnenin arkasından gelen kapak açma sesleri izleyenleri tedirgin etmişti bir hayli, baksanıza şu işe, siyah giyimli birisi okulun gözde öğrencisine, elindeki su tabancasını boca ediyordu. Semih o an donup kalmıştı adeta, başını önüne eğince bir anda palyaçoyu gördüğü o günü hatırladı, yeşilin aynı tonu, verdiği soğukluğa kadar her şey aynıydı, kaskatı kesildi Semih, arkadaşları Koray, Bengü hemen sahneye atlarken Sude belki bir iz bulma umuduyla sabotajcının peşinden gidiyordu, fazla beklemesine gerek kalmadan maske çıkmıştı, aman Allah’ım! İpek! Bunu neden yapıyordu? O sunum Semih için ne kadar önemli bilmiyor muydu, Sude zaman kaybetmeden bir fotoğraf çekti ve sessizce arkasını bile dönemeden oradan ayrıldı, herkes gitmişti, yalnızca bitirim dörtlünün 3 üyesi kalmıştı orada, Sude kendinden emin, biraz da tedirgin adımlarla zavallı aşkının yanına yaklaştı. Koray onu gördüğüne pek sevinmemişti belli ki “Senin ne işin var burada! Bu işin sorumlusu sen misin yoksa?” bu saldırgan tavrının sebebi tabi ki de geçmişte Bengü ile arasındaki yılan olmaya çalışmasıydı, ne de olsa Sude, Bengü’nün en yakın arkadaşıydı, Koray’dan ayrılması için tavsiyeler veren yegâne kişiydi.
“Hayır, benim bir alakam yok.” Demişti, tedirgindi gerçekleri söyleme konusunda. “Siyah giyimli biri yaptı bunu, kim olduğunu bulmam gerek, hayatımın en iyi anlarından birini berbat etti.” Semih kızılcık şerbeti yutmuştu maskenin altındaki kişiye, Sude iyice gerildi, aradığı fırsat ayağına gelmişti resmen. “Aslında, ben kim olduğunu biliyorum.” Hepsi bir anda dona kaldılar, meraklı gözler ile Sude’yi izlerken tek düşündükleri bu alçağa hak ettiği dersi vermekti.
“Sude, emin misin bildiğin konusunda? Şu an bir şaka veya ilgi için diyorsan eğer-“
“Hayır tabi ki! Koraylar seni teselli ederken ben sabotajcının peşine düştüm ve maskesini çıkardığında bir fotoğrafını çektim ama görmek istediğinden emin deği-“
“Ona ben karar vereyim istersen!” telefonu almıştı, ekrandaki silüeti gördüğünde, yüzünde daha önce arkadaşlarının hiç görmediği bir hayal kırıklığı oluşmuştu Semih’in. Telefonu elinden düşürdü, olduğu yere çöktü, yıllarca nasıl böyle bir insan ile birlikte olduğu konusunda kendini sorguluyordu. Koray olayı anlamadı, telefon doğru koştu, yerden aldı “Yok artık ya! Nasıl olur bu! Nasıl yapar bunu!” Bengü çok şaşırdı Koray ve Semih’in tepkilerine, telefonu almak istedi, Koray hayır dercesine elini uzattı ve telefonun yüzünü ona doğru çevirdi.
“Ne! İpek mi? İnanamıyorum artık!”
“Semih ile son görüştüğümde bana bir süredir mahallede sıra dışı şeyler yaşadığını söylemişti bana. Çikolata ve cam şişe olaylarının haricinde evinin girişine ‘Sandığın gibi değil’ , ‘Yoruldum artık’ gibi notlar bulduğunu söylemişti bana. Özellikle bu son sunum mevzusundan sonra daha da bir farklılaştığını söyledi İpeğin, hepsini bir çatı altında topladığımızda anlamak pek zor olmamalı, dimi Koray?” Sude çok netti, içinde kalmasına fırsat vermeden birçok düşünceyi bam diye söyleyivermişti.
“Haklısın, bir süredir ben de Semih’e bakışlarından bir şeyleri seziyordum, yine de bu kadarını beklemiyordum.”
“Bunu ödeyecek!” yerinden fırlamıştı Semih, resmen ilk aşkı düşmanı olmuştu bir anda.
Ne oluyordu bu kıza? Neydi bu nefretin sebebi?
Semih okul kaydını babasının çalıştığı okula aldıracak, gelip büyüdüğü evden taşınmaları konusunda ailesine baskı yapacaktı. Babası Levent Bey adaletli bir adamdı, oğluna yapılan bu ihaneti bedelsiz bırakmayacaktı tabi ki.
Son bir defa eski okuluna geldi Semih, Koray ve Bengü ile vedalaştı. Daha sonra Sude ile birlikte eski mahallesine geri döndü, gitmeden önce son bir kez İpeğin evinin önünden geçmek istedi, bu sefer ki izinsiz olacaktı, o an belki çocukça gelecekti bu yaptığı şey Semih’in kulağa, oysa İpek için gerçekten derin bir anlamı vardı.
İlkokul çağında yaptıkları bu anlaşmayı, Semih Lise 4. Sınıfta bozuyordu, izinsiz geçmişti kapısının önünden, İpek o esnada olan biteni perdenin arkasında izliyordu, zoruna gitmişti, aşağıya inip başından aşağı mor boyayı dökmek isterdi belki normalde olsa, şu an ise tek duygusu pişmanlıktı. Zaman geçeli çok olmuştu ve sevdiği çocuk, zor gününde yanında olmayan, ona sırt çeviren kızı değil, en başından beri gönlüne girmek için çabalayan kızı seçmişti.
Ne çok sevmişti oysa Sude onu. Semih’ten gerçekten öyle böyle hoşlanmamıştı. Geceleri yatmadan önce onu düşünüyor, sabah gözlerini onunla açıyordu.
İpek o gün kafeye geldiğinde, bir daha hiç şansının olmayacağını düşünüyordu zavallı kız. Her şey bitmişti bir anda onun için. İzmit’in en önemli parklarından birisi olan Cumhuriyet Parkına doğru koştu, sokağı döndükten sonra. Dakikalarca koşmuştu belki de zavallıcık. Oturup saatlerce ağlamıştı. Nasıl kaldırsın ama sevdiği çocuğun bir başka birisinin elini tutuşunu, gözlerine bakışını.
Sevginin en saf haliydi belki Sude’nin Semih’e olan sevgisi. Tahmin bile edilemeyecek düzeyde bir bağlılık hissediyordu ona karşı. Semih ise, o günden sonra bile Sude ile görüşmeyi kesmemişti çünkü zaten en başından Sude’ye arkadaş gözüyle bakmıştı, güvenebildiği nadir insanlardan biriydi. Bu yüzden onu sunum yapacağı günden bir gün önce okula davet etmişti.
Kimse İpeğin Semih’e karşı bir kıskançlık beslediğini bilemezdi oysa, başarısını, doluluğunu kıskanması, Semih’i kendinden o kadar soğutmuştu ki.
İpeğin mahallesinde, Sude ile el ele geçme fikri sandığınızın aksine Sude’den değil Semih’ten çıkmıştı.
İpek o manzarayı görmektense, darağacına asılmayı yeğlerdi belki kim bilir?
Sadece, onun yaptığı hatalar, bu manzarayı görmesini kaçınılmaz kılmıştı.
Kendini düzeltme konusundaki çabasız tutumu, sevdiği çocuğu herkesten kısıtlaması, kendisi başka erkeklerle konuşsa bile onun Bengü ve Sude hariç tek bir kızla bile konuşmasına müsaade etmeyişi, verdiği ama tutamadığı onlarca söz.
Semih bunları içinde yaşamıştı, kimse anlamamıştı, ondan ötürüydü Sude’nin İpeğin Semih’teki yerini kıskanışı ve Bengü ile Koray’ın özenmeleri.
Yoksa hangi ilişki mükemmeldi ki o yaşlarda tabi.
Semih içten içe hazırdı aslında sevdiği kızdan vazgeçmeye de bu süreci Sude’nin gözünü açması sayesinde daha da hızlandırmıştı.
…
Aradan 4 yıl geçti, Semih, Sude ile nişanlılığının 2.Yılını kutluyordu, çok mutluydu hiç şüphesiz.
Birlikte ortaokulda tanışıp, üniversite okumaya kadar giden, anı ve heyecan dolu 9 seneleri vardı. Tabi bu sadece tanışık olduğu zaman dilimiydi, Semih doğru zamanlarını yanlış insanların yanında geçirmişti 5 yıl boyunca ve Sude’ye bahşedilmesi gereken değeri bahşetmemişti ne yazık ki.
Artık zamanı gelmişti ama.
Ne de olsa o ne İpek gibi kendisine boş sözler veriyordu ne de en profesyonel gözükmesi gerektiği günü berbat ediyordu. Bu yüzden onun bu saf ve sadık sevgisini ödüllendirmek adına o akşam vizyona girecek olan bir filme 2 bileti çoktan almıştı.
Yine de o kadar kolay gidemeyecekti sinema salonuna Semih, önce ufak bir ipek engeli vardı aşması gereken.
Şehir merkezinin çıkışında bir kültür merkezinin önünden motosiklet ile U dönüşü yaptığı esnada bir anda fark etmişti, İlk aşkının bir seminer düzenlediğini.
İpeğin iyi bir yazar olduğunu duymuştu aslında Semih, kendisi de bu konuda bayağı bir yetenekliydi sonuçta.
Araştıracaktı eskiden sevdiği kadını.
Gün belki de intikam günüydü onun için, içeri girip her şeyi berbat edebilir veya sakince içeri girip, semineri dinleyip, ardından İpeğin ergenliğinde yaptığı bir hatayı onlarca, belki de yüzlerce insanın içinde yüzüne vurabilirdi.
Durup bir süre kongre merkezinin önündeki ilan panosunu dalgın dalgın izledikten sonra, oradan uzaklaşmaya karar verdi esas oğlan, yapması gerekeni yaptı.
İnsanlar hayatımız boyunca bize hatalar yapacak, sırt çevirecek ve başkalarına tercih edecekler. Bunların cezası yaptıklarını onlara yaşatmak olmamalı sevgili okurlar.
Bunun tek bir cezası olabilir, o da kesinlikle; “Kabullenmek”
Kabullenelim, bazı insanlar bizim gibi değiller, bize çok hata yaparlar, canımızı ziyadesiyle acıtır ve bizi eski güzel günlere hasret, yaralı bir vaziyette gün batımına terk ederler, belki de bu yüzden seviyoruz turuncu tonun fazlaca ağır bastığı muazzam gün batımı manzaralarını.
İçindeki çocuğu kaybetmemiş insanlar ömürleri boyunca yanlış seçimler yapacaklar, İpek gibi birçok insan var şu an bizim de hayatımızda, canımızı acıtmak için fırsat kollayan ve bizi sevdiğini düşündüğümüz insanlar. Böyle anlarda Semih gibi olup soğuk kanlı bir şekilde elimize gelen intikam filminin senaryosunu reddedebilir veya İpek gibi sırf ilk başta bizden izin almadı diye bir oğlana hayatı zindan edebiliriz.
Aslında Sude gibi olmamız en doğrusu olur, bazen sevilmediğimizi hissetsek bile o sevgiyi hak etmek için çabalamalı ve aşkımıza sahip çıkmalıyız bu hayatta. Aksi takdirde hiçbir zaman mutlu olamayız vesselam.
Bu öyküden ne çıkarımlar yapılabilir ne romanlar yazılır hakkında, detayı detayına işlenir belki, nasip kısmet diyelim.
Biz yalnızca sevda uğruna saçma şeyler yapmayalım, sevdiğimizi bu denli gereksizlikte kıskanmayalım yoksa en gururlu günün berbat ettiğiniz adam, en heyecanlı gününüzde sizi bu şekilde eksik bırakabilir.
…
Yıllar sonra “Hüsranım” ismindeki kitabında, şu sözler ile bahsedecekti Semih, İpek’ten;
“O mahalleye gelişim hiç tesadüf değildi, evininin önünden geçişim de öyle, hele ki elindeki balonu bana atışın. Bunların hiçbiri tesadüf değildi bil isterim. Hayal kırıklığım oldun sen benim, her şeyim olmak bir yana dursun, yalnızca benden soyutladı yaptığın seçimler seni. İnanmak istemedim olanlara, çare mi bıraktın sen bana! Her gün izin alarak geçtiğim evinin önünden başka bir insanın ellerini tutarken geçmişim ben, bu saatten sonra kaç sevinç doldurur, benim bu hüsranımı?”
Bazı vazgeçişlerde böyle işte, çok sevenler de bir gün gidiyor, kalpleri kırılırsa eğer.