Hepimizin bildiği üzere dünyadaki eşitsizlik almış başını gidiyor. İnsanlar arası dengesizliğin tarihsel sürecine baktığınızda, çok uzun bir tarihi olduğunu görürsünüz. Fakat bu tarih günümüze yaklaştıkça, eşitsizliğin boyutu da artmıştır. Eski topluluklara baktığımızda insanlar ürettiğini tüketiyor, yani herkesin ürettiği kendinedir. Biraz zaman ilerledikçe ve eşyalar üzerindeki hakimiyet arttıkça insanların tüketimden fazla ürettiğini görürüz ve bir artı-değer ortaya çıkar. İşte bu artı değer mübadeleyi ortaya çıkarır, yani değiş tokuşu. Mübadelenin yanı sıra bir tarafın artık, diğer uzmanlık alanlarına doğru yöneldiğini ve bazı ayrıcalıklı sınıfların da ortaya çıktığını görürüz; toplumu koruyan asker, bilgiyi ve bilginliği yöneten dini liderler gibi. Böylece üretim yapanlardan ayrı bir sınıf oluşmaya başlayacak ve sunduğu hizmet karşılığında, artı-değerden pay alabileceklerdir. İşte bu ayrıcalıklı sınıf, günümüze doğru, yöneten-yönetilen, emreden-itaat eden gibi hiyerarşik bir yapıya bürünmüştür.
Günümüze yaklaştıkça bu çeşitli imtiyazlı sınıfla, alt sınıf arası fark artmış ve hala artmaya devam ediyor. Bu belgesel ise, bu farkı gözler önüne seriyor. İnsanlar arası fark, umutsuzluğu, mutsuzluğu, şaşkınlığı, bıkkınlığı da beraberinde getiriyor. Belgeselde şunu farkettim, evet, insanlar bir şeyler yaşamış ve zaten belgeselin ana düşüncesi, farklı ülkelerde yaşanan hayat hikayeleri. Ama insanların hayatlarında belirsiz olan bir şeyin olması ve kimsenin bunu dile getirememesi. “Hayatın bir anlamı yok, burası kimseye uygun bir yer değil.” “İnsanlar içinde ne işe yaradığı belli olmayan bir insan olmak.” gibi cümleler bunları açıkça ifade ediyor.
Yoksulluk, mutsuzluk, zenginlik, ayrıcalık, her zaman vardı ama bu kadar acımasız değildi. Çünkü eskiden ne olduğu belliydi ve açıktı. Fakirse fakir, dinsizse dinsiz ve cezaları direkt kesiliyordu. Şimdiki cezalar ömür boyu devam ediyor ve miras yoluyla aktarılıyor. Ayrıca bu ayrımcılık sadece bedensel olarak değil, zihinsel olarak da etkiliyor. “Gerçekten fakir hissediyorum, bedensel ve zihinsel olarak. Beni ve ailemi bu durumdan kurtaracak kadar zeki değilim.” kesiti aslında her şey ifade ediyor. Varolan muazzam farkın önüne bir de umutsuzluk geçti. Artık geri dönüşü olmayan bir uçuruma doğru gidiyoruz aynı zamanda herkes umutsuz ve umursamaz. Umursayanlarsa azınlık ve korku içinde belirsiz geleceği bekliyor. “Yaşamımızı nasıl geçirdik? Neden buradayım?”
Birleşmiş Milletlerin İnsani Kalkınma Raporuna göre (1999) dünya gelir dağılımı piramidinde ilk yüzde 20’ye giren yüksek gelir grubu, dünya gelirinin yüzde 80’den fazlasını almaktadır. Yoksul ülkelerde yaşayan, en düşük gelir grubunu oluşturan yüzde 20 ise yaklaşık 1.4’ünü almaktadır.
Ayrıca unutulmaması gerekilen bir şey var, o belgeseldeki umutsuz, hayattan bıkmış olanlardan biri biz de olabilirdik. Şu an eminim hepimizin rahat koltukları ve başımızı sokabileceğimiz bir çatı var, ama olmayabilirdi. “Neler olup bittiğini görmek için senin olduğun yerde neden ben olamıyorum? Bir dakikalığına değişelim mi?” sorusu sadece Jeff Bezos, Elon Musk veya Larry Page için değil. Onlar bizim yerimizde olmak istiyor, bizse olduğumuz yeri sevmeyip bir üst basamağa çıkmak istiyoruz. İşte bu eşitsizlik, küreselleşmenin getirdiği serbest rekabet anlayışının sonucunda, rekabet gücü olanlarla olmayanlar arasındaki mesafedir. Bu gücü bulamayan canı sıkkın insan, adalet kuvvetini arzuluyor fakat ne çare, bunu da umursayan yok!