Aslında hayatında her şey normal gidiyordu. Çünkü daha 14 yaşındaydı ve etrafında gördüğü her şeye masumca yaklaşıyordu ya da öyle görüyordu. Hikayeme buradan başlamak istedim, öyle ya bundan sonrası için her şey değişti. Tıpkı yüzümüzdeki sivilceleri kapatmak için sürdüğümüz fondöten gibi…
Dicle henüz 14 yaşındaydı küçük bir kasabada doğup büyümüştü, ailesinin maddi durumu pek iyi olmasa da yine de geçimlerini yapabiliyorlardı. Dicle evin tek kız çocuğuydu. Babası onu daha iyi şartlarda okutabilmek için çok çalışıyordu ama yıllar sonra baktı ki kızı için elinden bir şey gelmiyordu.Yakın köyde bir akrabası vardı ve gayet varlıklı bir aileydi. Dicle daha kendisi çocuk yaşta iken babası onu evlendirmek istiyordu üstelik kendisinden 20 yaş büyük ve abi diyebildiği birisi ile. Annesi her ne kadar diretse de babası razı olmadı ve kızım gitsin kendisini kurtarsın bizim gibi perişan olmasın düşüncesi ile boğuşmaya çalışırken aslında kızını 14 yaşında öldürdüğünün farkında bile değildi. Bunu yıllar sonra anlayacaktı ama iş işten çoktan geçmişti. İşte tam da burda töre dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. Akrabası ile küçükken beşik kertmesi yapılan Dicle ile Yusuf yıllar sonra ailelerin izini alınıp ama kendilerinin rızası bile alınmadan evlendirilmişti. Çocuk yaşta olan Dicle birden bire büyüyüp ” Kadın” sıfatını artık taşımıştı. Sahi kadın olmak neydi, görevleri, sorumlulukları neydi? bunu bilebiliyor muydu ki? O daha küçük kendi yaşıtları daha dışarıda oyun oynarken o esas gerçek evlilik oyununun içinde kendini buldu. Çok zaman geçmeden hamile kalmıştı. Oysa o okumak istiyordu, kendi gibi maddi durumları olmayan ailelere yardım etmek için okuyup öğretmen, doktor ya da avukat olmak istiyordu. Şimdi tüm bunlar sadece hayallerinde kaldı. Dicle gelenek gibi görülen töreye kurban gitmişti. Şimdi ise tüm hayallerini yüreğine gömen o tertemiz masum çocuk artık bir anneydi. Tüm yaşadıklarını bir kenarda bırakan Dicle, minik evladını kucağına aldığı anda yaşadığı her şeyi unutuvermişti. Çocuğu ile büyüyen bir çocuk…Akıla ve mantığa ne kadar sığabilir? Öyle ya ilk evladını dünyaya getiren bir kız çocuğu artık anne sıfatını taşıyordu.Hem anne hemde evin bütün işlerini yapmakla sorumlu olan bir çocuk. Ve üstüne üstlük bunlarda yetmiyormuş gibi kocasından da dayak yiyen bir çocuk. Şöyle durup baktığımızda bu yaşananların tüm sorumlusu kimdi ya da kimlerdi? Ailesi miydi yoksa nesilden nesile aktarılan ve yüzyıllar öncesine dayandırılan gelenek diye bilinen TÖRE miydi? Bilemeyiz belki de suçu kendimizde de aramalıyız. Önüne geçip yıkamadığımız için… Töre diye bildiğimiz gelenek çocuklarımızın geleceğini elinden almamalı. Geleceğimizin refahı için evlatlarımızı daha bilinçli bir şekilde eğitime teşviki hususunda yardımcı ve yanında olmalıyız. Her defasında önüne geçemediğimiz bir çocuk için ; bir nesli, bir hayatı, bir umudu öldürmek demektir. Bugünümüzün ve geleceğimizin yarını bizim çocuklarımızdır.Unutmayalım ki şuan içimizden biri Dicle olabilirdi…