HER ŞEYE RAĞMEN BİR ŞANSIM VAR

Hayal ettiğimiz hayatı yaşıyor muyuz? Sahip olduklarımızla olmadıklarımız arasındaki çelişkileri düşündüğümüzde yaşadığımız duygu durumunu hiç düşündünüz mü? Gerçi düşünmeyen yoktur ama bunu dillendirmekten çoğu kez korkarız. Bir de bizim gibi toplumlarda şükür etmeyi öğretmişlerse bize… Daha ne isteyebilirsin ki hayattan, elindekinin kıymetini bilmiyorsun söylemleri arasında büyümüşseniz geçmişte kalan hayallerinizi düşünmeyi bile kendinize yasak koyarsınız. Yaşamın belli olgunluk evresinde elinizden kayıp giden o zamana hep hayıflanır ya da kabullenmiş bir çaresizlikle boyun eğip yaşamın akışında kaybolursunuz. Ama kendinizle kaldığınız anlarda bunları düşünmeden de duramazsınız. Yaşam kaygı ve korkular ağının bir sarmalı gibi. Bazen çıkışı gösterse de (mutluluğa yüklediğiniz anlama göre değişir) bulmak için çok çabalamanız ve bazı şeyleri feda etmeniz gerekiyor.

   “…İki kişiyken yalnız olmak istemiyorum. Yine de giderek sessizleşmeme, en sonunda da içime kapanmama engel olamıyorum. Orada kendime üzülmeyi en iyi ben bilirim.” Wilhelm Genazino’nun ‘Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk’ adlı romanında Gerhard söylüyor bunu bize. Kahramanımız tedirginlik, korku, dehşet ve biraz da dışarıda kalmışlık hisleri içinde debelenen, felsefe doktoralı 40’lı yaşlarda bir erkek. Onun gözünden yola çıkıyoruz bu sefer. Kendi içinde yalnız olduklarını inkâr edenlere, kaygı ve korkularını saklayanlara, aynadaki kendine bakmayanlara, yazar kahramanıyla sesleniyor. İtiraf etmekten korkmayın bakın sizin gibi birileri var dercesine… Kendini açıkça ortaya sermenin, yaralarını göstermenin utancını siz de Gerhard’la hissediyorsunuz. Geçip giden zamana rağmen hala istediğinin ne olduğunu anlamamış hayatın anlamını kavrayamamış Gerhard’ı izlerken kendi yaşamınıza bakıyorsunuz. Onun sokaktaki davranışlarında, gözlemlerinde, isteklerinde ve kararsızlıklarında aslında sizin de itiraf edemediğiniz yönleriniz var.

   ”Hayatım bu şekilde devam edemez. Ne grotesktir ki halimden memnunum aslında, yani oturduğum daireden, gelirimden, evlilik benzeri ilişkimden, yani hayat arkadaşım Traudel’den. Yine de benim izlenimim, ortada katlanılmaz bir durum olduğu: Hayatım…” diye hayatından hoşnut olmadığını dile getiriyor. Bir yanda katlanamadığı hayatı, bir yanda onun deyimiyle“…inceliğine yaraşan bir şeyler yaşamak istediği” ruhu var. Diğer tarafta da hayata adapte olma noktasında onun kadar sorun yaşamayan ve artık evlenmeleri, bir çocuk sahibi olmaları gerektiğini düşünen hayat arkadaşı Traudel var. Anlayacağınız Gerhard sıkışmış durumda.

  Yalnızlık kendini ifade edememe hali romanın içinde o kadar hissediliyor ki. İç ses konuşmalarının yarattığı duygu durumu sizi rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık aslında kendinize tuttuğunuz aynadan kaynaklı. Çünkü kendinizi sorguluyorsunuz. Modern insanın kalabalıkların içindeki yalnızlık duygusunu hissediyorsunuz iliklerinizde. Ne kadar erkeğin gözünden anlatsa da yazar, kahramanımızın duygularında ve hissettiklerinde kendinizi buluyorsunuz.

  “Yazmaya başladığımda on yedi yaşındaydım ve o zamanlar yazmak bir direniş eylemiydi: Okula karşı, ebeveynlere, o sırada başlayan televizyon bağımlılığına karşı. İnsanların büyüyen dilsizliğine tepkiydi…” diye açıklama yapıyor Genazino bir röportajında. Kafka’dan çok etkilenen yazar “modern çalışma dünyasının yabancılaşmasını ilk tahmin edenlerden biri” olduğunu söylüyor onun için. O da romanda modern insanın tatminsizliğini ve yalnızlığını dile getiriyor. Seçtiği kahramanları için “temelde yaşam için uygun değiller, ama sonra bir şekilde yollarını buluyorlar.” diye de açıklama yapıyor. Tüm yabancılaşmış durumlara, yalnızlıklarına kaygılarına korkularına rağmen günlük yaşamda güzellikler olduğunu fark ediyor sonunda kahramanımız Gerhard, yazarın diğer kahramanları gibi. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, hayallerimizden bizi ayrı düşüren gerçek dünyanın acımasızlığı karşısında mutluluk için çırpınışlarımızı hatırlatıyor. Yaşamın küçük ayrıntılarının mutlulukla ilişkisini görmemizi sağlıyor bir anlamda. Her türlü korku, kaygı, yalnızlık duygularını anlatsa da bir çıkışın olabileceğini söylemeye çalışıyor.

    Hayatın tüm yaşanmışlıklarının insan üzerinde etkisi olduğunu göstermek istiyor bir taraftan da yazar bize. Eski pantolonunu balkonda ipe takıp onu izleyen (bu biraz garip gibi geliyor oysa bize)kahramanımız bunun nedenini: “çözünüp ayrışmaya başlamış giysiler giymeyi seviyorum. Giysilerin eriyip yıpranması sayesinde kişi kendi yok oluşuna da aşina olur. İnsanların eskimiş giysilerini atmaya bu kadar hevesli olması, lime lime olmuş giysilerin işaret ettiği o süreçleri inkâr etmelerinin bir göstergesi bana göre.” diye açıklıyor. Eşyalarındaki eskimişlik ona kendi yıpranmışlığını, yok oluşunu anımsatıyor. Belki hikâye boyunca dillendirdiği ‘yıpranma günlüğü ’nü de bu yüzden tutmak istiyor. Onun topluma karşı uyumsuzluğunu Kafka okusa ne düşünürdü acaba… Keder, melankoli, hüzün, bitmeyen iç konuşmalar sürüp gidiyor kitap boyunca. Aslında hayatta olan her şey var bu hikâyede.

    “Yıllarca daha iyi bir hayata hazırladım kendimi, dedim ama beklentim hiç gerçekleşmedi. Çok uzun süre duygusal ve melankolik bir ruh haliyle sızlanıp durdum ama sonunda şunu anladım: İnsandan beklenen, mutsuzluğuyla ihtiyatlı bir ilişki kurması…” Hayattan bekledikleriyle hayatın bahşettikleri çoğu zaman uyumsuz oluyor Gerhard için. Sonunda kapatıldığı akıl hastanesinde; çocukluğuyla, hayatıyla yüzleşiyor kahramanımız. Sık sık çocukluğuna özelikle annesiyle olan ilişkisine dönüyor. Farkında olmadan yaşadığımız bizi etkisi altına alan ve bir türlü yüzleşemediğimiz anıları hatırlatmak istercesine. Geçmişle yüzleşmek belki mutluluğun yolu bu diye düşünüyoruz okurken kendi daldığımız anılarımızla.

    Hayatımızı paylaştığımız kişileri de mutluluğumuzla ya da mutsuzluğumuzla etkiliyoruz hiç şüphesiz. Gerhard kliniğe yatırıldığında; “Herkes kendi kefesine, diğerinin hayattaki mutluluğuna karşı suç işlemenin acısını koyuyor.” diyor. Gerçekten zor zanaat şu yaşam… Ama biliyoruz ki her zaman çıkış var bir yerlerde.  “Bir şeye sırt çevirebildiğim zaman adeta canlanıyorum. ” Geçmişe set çekip hiç olmazsa geleceğe bakmak gerek galiba. Mutlu olmak için mutlaka bir sebep bulmak… Mutsuzluğumuza rağmen mutlu anlar yaratabilmek… İşte tüm mesele bu diye düşünüyoruz onu gözlemlerken.

   Wilhelm Genazino; “gerçeği bulmaya ve ona yaklaşmaya çalışıyorum. Cesur olmayı sevmiyorum. Aslında ne söyleyeceğimi bilmiyorum: Bu yüzden yazıyorum ”diyor. Kendi çıkışını bulduğunu söylüyor. Peki, biz okurlar için çıkış ne? Kahramanların hatırlattıkları ve bize tuttukları aynaları incelemek mi?

  “…On dakika sonra kliniğe doğru yürüyorum. Bir tür mutluluk tepeden tırnağa ürpertiyor beni. Bundan sonra nasıl yaşamak istediğimi, her şeye rağmen, seçme şansım hala var belki.” Hikâyenin sonunda Gerhard’ın dediği gibi her şeye rağmen bir şansımız var… Bize de buna inanmak kalıyor galiba. Evet, hayallerimizden bizi ayrı düşüren gerçek dünyanın acımasızlığı karşısında her şeye rağmen bir şansımız var…

 

Kaynak:

Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, Wilhelm Genazino, Ayrıntı Yayınları 

https://www.tagesanzeiger.ch/kultur/buecher/wilhelm-genazino-ist-tot/story/20326285

http://allinfo.space/2018/12/14/the-writer-wilhelm-genazino-is-dead/

Havanur-Susoy-Taflan
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Into The Night
Sonraki
İçimdeki Memnuniyetsize…

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.