Yine yağmurlu, karanlık bir gün. Hiç sevmem yağmurlu günleri. Nedendir? Hiç bilmem.
İnceden ince bir yağmur serpiştirirken yaprakları sararmış ağacın dalları ile hala yemyeşil bir çam ağacı rüzgardan hafif hafif sallanıyordu. Aradan sürekli bir ambulans sesi geliyordu. Bir de yoldan geçen arabaların yağmurda çıkardığı hışırtılı lastik sesi.
Hava soğuk değildi ama üşütüyordu. Korona virüse rağmen hayat olanca hızıyla devam ediyordu. İnsanlar canlarını hiçe sayarcasına hala canla başla çalışıyordu. Yarın ne olacak? Hiç kimse bilmiyordu.
Bu kadar hengame içerisinde doğa döngüsünü tamamlıyor, kızgınlığa girmiş bir kedi canhıraş çığlık çığlığa bağırıyordu.
“Bu son zamanlarda herkes de yazar oldu” diye bir dalga geçme durumları var. Son günlerde. E insanlar ne yapsın? Dışarı çıkamıyor. Kimse ile görüşemiyor. Yazmasınlar da, ne yapsınlar? Çok zor günlerden geçiyoruz. İnsanlar bu salgın döneminde, delirmemek ve hastalanmamak için mücadele ediyor.
Herkeste bir kibir, bir gurur. Herkeste bir koltuğa yapışmalar. Ben vazgeçilmezim. Bu işi, ben olmazsam kimse yapamaz edaları. İyi de kimse annesinin karnından çıkınca yapmıyor bu işleri. Tabiatta da böyle değil mi? Biri ölünce, yerine bir diğeri geçiyor. Ve hayat yenilenip, böylece sürüp gidiyor. Ayrıca bir söz var. Bilmem duydunuz mu? “Boynuz, kulağı geçer.” Ve geçmeli de.
Her gelen yeni nesil, bir öncekini geçecek ki ilerleme olsun. Yaşlılar zamanı gelince bir kenara çekilip, yerlerini genç nesillere verebilmeli. Çünkü gelecekte yaşayacak olanlar gençler.
Bu yazıyı Atatürk’ ün şu sözleri ile bitiriyorum.
“Her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki, hiç bir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ümidi, ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.”
Mustafa Kemal Atatürk