DETAYLAR HAYATI GÜZEL KILAR:
Kimi zaman bir huy ediniz kendimize. Yeni bir el hareketini alışkanlık haline getiririz. Sürekli yapmak ister, hatta istemekle de yetinmeyip gün boyu tekrarlarız. Bize aittir çünkü o hareket, birdenbire yapmaya başlamış ve sevmiş, kendimizle özdeşleştirmeye başlamışızdır o hareketi. Hayatımız artık daha renklidir o hareket sayesinde. Evet belki hala aynı yüz ve fiziğe, düşüncelere sahibiz, ama kendimize bir yenilik daha ekledik, ufak bir incimiz daha oldu.
Peki böyle olduğunda ne oldu? Kendimizi biraz daha sevdik.
Herhangi bir gün, belki anlık gelişti o hareketi yapma isteği ama artık bir alışkanlık, tabiri caizse imza haline gelebilir bizim için.
Ne de olsa rutin haline getirdiğimizde o hareketi, çevremizdeki insanlar da benimseyecek, kimisi kendi hareketini bulmaya çalışacak, tekrar tekrar deneyerek imzasını bulacak. Böylelikle biz hem kendimizin hem de bir sevdiğimizin hayatını özelleştirmiş olacağız, belki ufacık bir mimik, naçizane bir el hareketi, vücut çalımı veyahut tepkisi, her ne olursa olsun o keşif, birçok insanın hayatına dokunup, o gününü ölümsüzleştirecek, akabinde gelecek olan günlerinde de hayatına bir yeni alışkanlık daha ekletecek.
Detaylar çok güzeldir. Bayılırım, hastası olurum. Başka severim detayları ki bendeniz, tanıdığım en detaycı insanlardan birisi. Hele ki böyle, hayat güzelleştiren detaylar olduğunda aman!
Keşfi yapana da yaptırana da uzun uzadıya övgüler dizmek, şiirler yazmak ister, yine de fazla böbürlenme, afallama olmasın diye altını ince uçlu kalemle çizip, kenarda sakin sakin izlerim, bir bebeğin ilk adımlarından hallice olan bu keşfin gelişim sürecini ki kimi insanın, bu denli inceliklere, detaylara, pek saygısı yoktur iyi bilirim.
Tebrik gibi birkaç saniyelik bir eylemi dahi gerçekleştirmek onların gücüne gider “Neden o keşfi ben yapamadım.” Düşüncesini zihninde geceler, belki de seneler boyu, tekrar tekrar döndürmeye yeter.
Aman diyelim ama. İnceliklerin biriktikçe güzel olduğu bu hayatta bir inceliği berbat edecek veyahut önemsemeyecek kadar empatiye kapalı olmak, ne gereği var ki?
Neme lazım değil mi?
Tabi incelikler yalnızca bu tarz, el, mimik, keşif, hareket üzerinden olmaz.
Bazılarının çok başka incelikleri vardır, özenilesi nitelikte.
LEZZET İNCELİĞİ BİR HAYLİ ÖZENİLESİ:
Çevremizde kimi insanlar vardır. Sütü hep aynı sütçüden, kumaşı aynı terziden, tatlıyı aynı pastaneden alan. Yemeğin tek bir çeşidini, yalnız tek bir lokantada yiyen. Lezzete verdikleri önemi bir hayli özenilesi, kaliteli düzeyde tutan, inceliklerine öncelik veren insanlar.
Tek bir şey için tek bir yere anlam yükleyip, o şeyi o yerden tüketip hem kendileri hem de sevdikleri için o yeri ve o yemeği özelleştirenler. Pastayı sol elle yerken ilk çatalı sağ elle alanlar. Kahveyi çayı içerken öncesinde bardağı hafifçe yukarı aşağı kaldıranlar. Dondurmayı sossuz, pizzayı sade yiyenler.
Tadını almak istedikleri şeyi, bizzat lezzetinin en üst düzeyde olduğunu hissettikleri yerden ve şekilden tüketenler.
Özenilesi tipler.
Elbette bir kesim, bu tarz insanları yargılayarak daha eleştirel bir yaklaşım izlemeyi tercih ediyorlar onlara karşı, çoğu olayda da olduğu gibi, lakin böyle şeyleri eleştirmekten ziyade kendimize de bu tarz bir ekstra katmak, ne bileyim, en basiti kahveyi nasıl içtiğimiz veya dondurma alırken genelde hangi çeşidi tercih ettiğimiz konusuna ayrıca dikkat etmeye başlamak gibi.
Çünkü bu hayatta bizden bir tane var ve o bir taneyi bir tane yapan ve daha da yapacak olan bu tarz birçok detay, incelik var.
Onları biriktirebilmek, kendimize bir kimlik yaratabilmek, herkes gibi hissetmemek, insana kendini özel hissettiriyor.
HAYATTA İNCELİK BİRİKTİRMEK:
İşe okula gittik. Eve geldik kıyafetlerimizi giydik, yorgunluk kahvemizi içip birkaç sayfa kitap okuduk, belki televizyon izledik belki bilgisayar başında bir şeylere baktık, yatakta pinekledik vesaire.
Belli ölçüde yoğun ve dışarıda geçen günümüzün gecesini, evde kendimizi naçizane düzeyde şımartarak geçirdik. Peki bugünü daha iyi bir hale getirmemiz ne kadar zor, ya da uzak?
Pek de sandığımız kadar değil aslında.
Misal yorgunluk kahvemizi, iki sokak ötedeki mahalle arasında kendini güzelce kamufle etmiş “Yonca kafe” de içebilir, kitabımızı o kafede yer alan kitaplığın sağ taraftaki rafının en solunda yer alan, geçen geldiğimizde yarım bıraktığımız ve bir hayli merak ederek, kalanını sonraki yorgunluk kahvesine sakladığımız romanı seçip, arada etrafı seyredip arada kitabın içinde kaybolup giderek geçirebiliriz.
Ardından mahallenin sonundaki marketten, her yorgunluk kahvesi dönüşünde uğrayıp aldığımız o çikolatayı alıp, ufak ısırıklar eşliğinde eve ağır adımlarla, kulaklık takılı rastgele çalan şarkıların anlık güzelliğine kapılıp arada bir de uzaklara dalarak, yavaş yavaş gidebiliriz.
İlle de bir “Yonca kafe” bulmanıza da gerek yok bu tarz bir inceliği alışkanlık haline getirebilmek için, sakin bir köşe, bir bank, sıcak içeceğiniz ve tabi ki kulaklığınız, her daraldığınızda emrinize amade.
O da mı olmadı, sahil var, orman var, parklar var, çölde veya ıssız bir adada yaşamıyorsanız şayet deşarj olabileceğiniz birçok yer ve yöntem var.
Bahanelere sığınıp geceyi sıradanlaştırmak, bir gün bu tarz eylemleri yapamayacak halde olduğunuzda geriye dönüp sık sık “Keşke” kelimesini zikrettiğiniz bir gelecekte, hayatınızın artık, bir zamanlar konfor alanınız olan ve o çok sevdiğiniz evinizin penceresinden ibaret oluyor olması, düşüncesi bile insana montunu hırkasını giydirip sokağa çıkartmaya yetiyor.
İmkân ve zaman varken, ikisi de yokmuş gibi davranmak, yalnızca miskinliği benimseyip hayatı dört duvardan ibaret kılmaktır, yapmayın.
İNCELİK ZAHMET DEĞİL ZİYAFETTİR:
Gün sonlarında yapılan ufak tefek gezintiler, o gezintilerde alışıla gelmiş alışkanlıklar veyahut yenilikler, bir zahmetten ziyade, yorgunluğun üzerine yenilen hafif ve serinletici bir tatlı gibidir.
İş yerinde ya da okulda çalışan, yorulan bir insanın, akşam çıkışında yalnızca eve dönüşünü düşlediği bir ülkedeyiz ne yazık ki. Gerek beden yorgunluğu gerekse zihinsel yıpranmalar, kafayı kurcalayan yerli yersiz düşünceler veyahut kendimizi kaçırmaya çalıştığımız ama sonucu çıkmaz sokaklara iten gerçekler.
Tüm bu karamsarlıkların eşliğinde insanın, kalkıp da “Onca şeye rağmen” bilmem ne kafede bilmem ne kitabını okumaktansa, evine gidip rahat pijamalarını çekerek, yatağına uzanıp kahvesinin de eşliğinde, konfor alanında kendini ödüllendirmesi, şımartması, biraz daha kolay ve zahmetsiz geliyor elbette. O yüzden genelde o şık tercih ediliyor.
Yalnız yapılan özel anların güzel geçmişimizde kaldığını ne yazık ki söylemeliyim.
Artık devir hız devri, iş çıkışı “Eğlenmeden” ya da “Oyalanmadan” eve gitmek isteyen kesim, ülkenin ciddi ölçüde büyük bir kesimi.
“Aman ya ne gerek var, aynısı evde de var.”
Evde de var, evde de var evet ama söylesenize bir, evde ne var?
Ne var da sizi bu denli çekiyor için?
Cevabı basit, maliyetsiz, zahmetsiz.
Evde yapılacak herhangi bir şey, dışardakine nazaran hem daha maliyetsiz hem de zahmetsiz.
Kafenin en güzel köşesini kapmak ya da yarım bıraktığınız kitabı bir başkası almadan bitirmek gibi mekânsal gerginlikleri evde yaşamamak, her şeyin size ait olması. İnsana bir hayli güven, ama bir o kadar da üşengeçlik yüklüyor.
Zaten evdeyiz diye düşünüp birçok düşüncemizi öteleyebildikçe öteliyoruz.
Ardından ise boşa giden fikirler mezarlığına bir yenisini daha gömüyor, ardımıza, aklımıza, neyi geride bırakmak üzere olduğumuza bakmadan çekip gidiyoruz. Uzun lafın kısası, dışarıda geçireceğiniz onlarca güzide akşamdan birini daha evde, bomboş, hiçbir şey yapmadan, yalnızca sosyal medyada takılarak, birileriyle mesajlaşarak, akşamımızı sıradanlaştırarak geçiriyoruz.
İncelik biriktirme eylemini bir zahmet olarak algıladığımız kafa yapısından bir an evvel çıkıp, anlık verilen kararların ertesinde kendimize kalıcı alışkanlıkları kazandırdığımız, daha özgün bir evreye girmemizin, kendimiz ve yakın çevremiz adına oldukça faydalı, yenilikçi olacağını söyleyebiliriz.
Gerekli bu tarz bir revizyon, yıkılmaya yüz tutmuş, sıkıcı, monoton, normalimiz haline gelmiş anormal hayatlarımıza. Zira aksi takdirde durmadan söylenip dururuz hayatın ne denli sıkıcı olduğu konusunda ve bakmaktan korktuğumuz o kaçınılmaz gerçeği unuturuz;
Kendi irademize sahipsek, hayatımızda kendimizin kararlarını bizzat kendimiz alabiliyorsak şayet, kötü giden her şey bizim sorumluluğumuzdadır. O şeyler bizim yaşam enerjimizi çekip, hayat karavanımızı duvara toslatıp, bir de üstüne geri dönüş şansını kaybettirdiğinde ise, yine bizim suçumuzdur, keza bir kısıtlama, müdahale, baskı yokken, biz kendi kendimizin baskısını yapıyor, hayatımızı sıkıcı hale, biz getiriyoruz. Aracı yokuş aşağı biz sürüyor, yaşayabileceğimiz olası mutluluğu biz engelliyoruz.
O sebeple bir inceliğe ayırabilecek vakte sahipseniz bir gününüzü mutlaka kendinize ayırın, sonra bunu hayatınıza yayın ve o gün hep o şeyi yaptığınız, sizin için çok özel ve anlamlı bir gün olsun.