Varoluşçuluk, tanımı yapılması çok güç bir akımdır. Bundan dolayı pek çok çeşitte varoluşçu olarak görülebilecek filozof vardır. Bu filozoflar her ne kadar farklı görüşleri savunuyor gibi görünseler de onları varoluşçuluk çatısı altında toplayan şey; varoluşun özden önce geldiği kabulüdür. “Varoluş özden önce gelir.” Ne demek bu söz? Burada sadece insanda olan bir durumdan bahsedilir. İnsanın varoluşu özünden önce gelmektedir. Dünyaya gelir, savaşır, direnir, ayakta kalmaya devam eder ve en sonunda kendi özünü oluşturur. Kısaca varoluş özden önce gelir sözünün açıklaması bu şekildedir.
Peki varoluşçuluk akımı bizi Hayatın Anlamı Probleminde nasıl aydınlatabilir? Varoluşçuluk her şeyi olan haliyle kabul eder ve bunu yaparken ona tepki gösterir. Jean-Paul Sartre’ın yazmış olduğu “Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir” eserinin çevirisini yapan yazarlardan biri olan Asım Bezirci bu konuya şöyle değinir:
“Bundan ötürü, varoluşçu yazarlar çağımız kişisinin bırakılmışlığını, yalnızlığını, boğuntusunu, umutsuzluğunu, güvensizliğini belirtmekle yetinmezler. Bu kişinin kendini tanımasını, özünü yaratmasını, benliğini kazanmasını, baskıdan kurtulmasını da isterler.”
Bu söz üzerine biraz düşünüldüğünde insanları bireyliğe yönlendirdiğini görebiliriz. Birey, toplumdan uzaklaşır ve kendi özüne ışık tutar- en azından Kierkegaard için bu durum böyledir- Eğer kişi kendini ve özünü iyi tanırsa hayatta nasıl bir yol çizebileceğini iyi bilir. Aynı zamanda varoluşçuluğun üzerinde fazlasıyla durduğu bir konu da sorumluluk bilincidir. Kişi yaptığı her şeyden sorumludur. Peki sorumluluk bilinci hayatın anlamı bağlamında ne kazandırır ki? Çok şey. İnsan yaptıklarının sorumluluğunu almak zorunda olan bir varlıktır çünkü iradesi vardır. Varoluş özden önce gelir sözünün sadece insan için geçerli olmasının nedeni de budur çünkü bir hayvan yaptığı şeyin sorumluluğunu alabilecek kapasitede değildir. Ancak insan sadece kendinden sorumlu değildir, bütün insanlardan sorumludur. İnsan verdiği kararlarla sadece kendini oluşturmaz. Verilen kararlar çevredeki insanları da etkiler. Sartre bunun için evlilik örneğini verir:
“Diyelim ki evlenmek, çoluk çocuk yetiştirmek istiyorum. Bu evlenme yalnızca benim durumumdan, tutkumdan ya da isteğimden doğsa bile, yine de ben bununla yalnızca kendimi bağlamış olmuyorum, bütün insanlığı da tekli-evlenme yoluna sokmaya, bağlamaya çalışmış oluyorum.”
Bu noktada varoluşçuluğu öznelciliğe katanlara da cevap verilmiş olunur. Yani her koyun kendi bacağından asılmaz. Asılan bir koyun yeri gelince kokusuyla, görüntüsüyle diğerlerini de rahatsız eder. Ama dinci varoluşçulardan olan ve aynı zamanda varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilen Kierkegaard çok sert bir şekilde öznelciliği savunur ve Hegel’in karşısında durur. Kierkegaard toplumu hor görmekle kalmaz, adeta alay eder.
Varoluşçuluk ikiye ayrılır: Dinci varoluşçuluk ve tanrıtanımaz varoluşçuluk. Dinci varoluşçuluğun, tanrıtanımaz varoluşçuluktan farkı ne diye düşünülecek olursa tanrıtanımaz varoluşçuluğun kabul ettikleri dinci varoluşçuluk için de geçerlidir ancak her şey gün sonunda Tanrı’yı kapsamak zorundadır. Örneğin; tanrıtanımaz varoluşçulukta kişi kendi varoluşunu anlamlı hale getirir, dinci varoluşçulukta bu da bu şekilde olmak durumunda ancak ek olarak açılan kapı Tanrıya çıkmak zorundadır. Tanrıtanımaz Varoluşçulukta insan doğası diye bir kabul yoktur. Çünkü insan doğasını kabul etmek insanın kendi özünü oluşturmasını anlamsız kılar. Örneğin insan doğasını kabul eden birisi insanın doğasında bir tanrıya tapınma eğilimi olduğunu düşündüğü için inançlıların var olduğunu ve inançsızların da inanmayarak kendi doğalarına aykırı davrandığını düşünebilir. Ama varoluşçulukta insan doğası yoktur. Seçimleri tamamen insanın kendisi yapar ve varoluşuna sadece kendisi anlam katabilir. Bu yüzden bi insan inançlıysa doğasında olduğu için inanmaz, inanmayı seçtiği için inanır. Aynı şekilde inançlı değilse de doğasına aykırı gelme durumu yoktur. Sadece inanmamayı seçmiştir. Çünkü insan seçimleriyle kendine anlam katar. Eylediği kadarıyla tanınır, tanımlanır.
KAYNAKÇA
Varoluşçuluk, Jean-Paul Sartre