Yine çığlık çığlığa uyandı. Oturma odasındaki küçük kanepede uyuya kalmıştı. Zira kaç gecedir gördüğü kâbuslar geceyi haram eder olmuştu. Neden hep aynı rüyayı görüyordu? “Yorgunluktan sızıp kalmışım yine” diye mırıldandı. Doğruldu. Yastığı terden sırılsıklamdı. İçinde tarifsiz bir yangın vardı. Başucundaki sehpaya uzanıp içi hava kabarcıkları ile dolu suyunu aldı. Bir dikişte içti. Kaç gündür oradaydı bilmiyordu. Sıcaktan kan gibi olmuştu aldırış etmedi. Susuzluğu dinmemişti. Telefonuna baktı. Telesekreterinde mesaj vardı. Mesajı dinledi. Tuhaf hışırtıların dışında bir şey yoktu. Anlaşılan biri aramış ama not bırakmaktan vazgeçmişti. Zaten telefondaki hangi numarayı arasa cevap vermiyordu. Yalpalayarak ayağa kalktı. Kafası kazan gibiydi uğulduyordu. Salona doğru yürüdü. Gördükleri karşısında dehşete kapıldı. Sanki bir felaket olmuş ama o duymamıştı. İçi boşaltılmış çekmeceler gelişi güzel fırlatılmış, kütüphanede ki kitaplar yerlere saçılmıştı. Ortalık harman yeri gibiydi. Yerdeki fotoğrafları toplamaya çalıştı. Başı çatlayacak kadar ağrıyınca toplamaktan vazgeçti. Elindekileri sehpaya bıraktı. Masa dikkatini çekti. İki kişi için hazırlanmıştı. Demek bir misafir bekliyordu.
Ama kim ne zaman hazırlamıştı?
Bir an hafızasını zorladı. Ama hatırlayamadı. Eve ne zaman geldiğini, ne zaman yattığını bile hatırlamıyordu. Şaşkındı. Sandalyeyi çekip oturdu. Düşünmek hatırlamak istiyordu ama yapamıyordu.
Evi neden dağınıktı? Kim dağıtmıştı?
Aceleyle yatak odasına gitti. Kapıyı zorladı ama açamadı. Kilitliydi. Midesi bulanmaya başladı. Banyoya gitti yüzünü yıkamak istedi. Lavabo kan olmuştu. Korktu.
Bu kan kimindi? Nasıl olmuştu?
Olduğu yere yığıldı. Artık emindi hafızasını kaybetmişti.
Biri onu bulana dek burada mı kalmalıydı? Neden kimse aramıyordu?
“Sanırım herkes uyuyor olmalı” diye iç çekti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sabah ilk iş annesini arayacaktı. “Şimdi arayamam panik yapar merak eder. Zaten yeterince pimpirikli” diye geçirdi içinden… Kalmak istedi ama yapamadı. Ne bacaklarında ne de kollarında hiç güç kalmamıştı.
“Hastalanıyor muyum ne ?” dedi.
Boğazı da ağrımaya başlamıştı. “off o soğuk karpuzları yememem gerektiğini biliyordum” diye mırıldandı. Göz kapakları yine ağırlaşmıştı. Açmak istiyor ama başarılı olamıyordu. Tekrar uykuya daldı. Normal zamanda olsa yatağının dışında bir yerde şekerleme bile yapmazdı. Ama o kadar yorgun ve halsizdi ki yattığı yerin bir önemi yoktu.
İçeriden gelen bağırış sesleriyle tekrar uyandı.
Gelen kim olabilirdi? Kime anahtar vermişti? Yoksa haftalık temizlik günü mü gelmişti?
“Hayriye Hanım” diye seslendi. Cevap yoktu.
Bağırışlar devam ediyordu. Derin bir nefes çekti. Tutunarak içeri sesin olduğu yere doğru yürüdü. Evet, gelen Hayriye’ydi. Ama neden bu kadar yaygara yapmıştı sabah sabah. Yüzünü buruşturarak yürümeye devam etti. Polisler Hayriye ye bir şeyler anlatıyordu. Polislerin burada ne işi vardı? Seslendiyse de cevap veren hatta onunla ilgilenen olmamıştı.
Sinirden ateş basmıştı. Boynundaki fuların sıktığını fark etti. Çekip onu aldı. Fuları kan içindeydi. Elindeki fuları yere attı. Elleri de kan olmuştu. Ellerini üzerine sildi.
“Biri artık neler olduğunu anlatmalı” diye bağırdı.
Hiç kimse onunla ilgilenmiyordu.
” Burası benim evim neler oluyor yeter artık anlatın” diyerek bağırdı ama cevap veren yoktu. Polislerden biri Hayriye’yi kolundan tutup oturttu. Selin daha fazla dayanamadı. Polisleri kollarından tutup kenara çekmek istediysede yapamadı. Öylece kaldı.
Gördükleri gerçek miydi? “Ben” dedi. Hıçkırıkları boğazında düğümlendi. ”Buradayım “dedi sessizce…
Kimsenin duymasına imkân yoktu. Çünkü Selin evinin yatak odasında bir hırsızın saldırısına uğramış ve öldürülmüştü. Orada öylece yatıyordu. Etrafında polislerin çizdiği şeritler vardı. İnanmak istemedi. Ellerini boynuna götürdü. Yine kan olmuştu. Bir yanlışlık vardı.
“Ben yaşıyorum” diye haykırdı. Ama çıkarttığını sandığı ses evin duvarlarına çarpıp geri döndü. Her şey bitmişti. Biri, hiç tanımadığı biri gelip sadece sahip olmadığı eşyaları değil, aynı zamanda onun hayatını da çalmıştı…