Nedense herkes böyle der. Hele yazar olduğumu duyanlar sayesinde bu soru ile o kadar çok karşılaşır oldum ki… İnsanlar karşıma gelip “Aslında benim hayatımı yazsan roman olur.” diyorlar. “Benim yazma imkânım olsa, sıkılmasam yazsam da bak okusan, nasıl roman gibi hayatım var.” deniyor.
Sevgili dostlarım, arkadaşlarım!
Kaç yazar kendi hayat hikâyesini yazmış ki? Bizler kendi hayatlarımızı yazmıyoruz. Elbette herkesin hayatında yazılsa, roman olabilecek özellikler vardır. Mutlaka herkes hayatının bir kısmında sıkıntı ve zorluğu da yaşıyor, sevgiyi ve mutluluğu da. Herkesin hayatında aşk acısı, ayrılık, hasret, sıkıntılı günler var.
Her insan bir kitaptır. Her hayat da bir kitap gibidir. Karşınızdaki kişinin bilgileri, hayatın ona kattıkları, eğitimi bir kitapta yer almasını sağlayabilir belki ama hayatınızın roman olması için herkesinkinden çok farklı özelliği olması gerekir.
Her şeyden önce, hayatınızın yazılması için birçok insanınkinden çok farklı bir özelliği olmalı. Çok zor şartlar altında yaşam sürmeye başladığınız halde, hayatın tüm zorluklarına ve karşınıza çıkan engellere rağmen, üstün başarılar elde etmiş, alanında ödüller alacak kadar ismini duyurmuş bir başarınız olabilmeli ki, örnek hayatınız kaleme alınabilsin.
Bunun dışında, başkalarına ders olabilecek, birçok kişininkinden farklı bir sorunla karşılaşmış da olabilirsiniz. Bir kaza geçirmiş, ölümden dönmüş, belki de sakat kalmış, engelli bir insan olarak yaşama tutunmuş ama buna rağmen hayatı sevebilmiş ve hayatın gerçek anlamını fark edilmiş biri olabilirsiniz. Yaşadığınız kazalar, hastalıklar, karşılaştığınız şiddet, bunları yaşamamış ama “benim başıma gelmez” deyip de geçenlere ders olabilir.
Ben de ilk romanım “Bez Bebek” de gerçek hayatta tanıdığım 4 insanın hayatından esinlendim. Hepsini bir araya getirdim ve kurguladım. Anlatılanların hepsi gerçekte yaşanmış olaylar. Trafik kazası sahnesi de, hayatta böyle engelli insanların olduğu da bir gerçek. Her gün haberlerde dinlediğimiz trafik kazası haberlerinden birine bizim konu olmayacağımız ya da bizim de o kazalardan birinin sonunda Bez Bebek’teki Aytül gibi engelli bir insan olmayacağımız garanti mi? Hepimiz bir engelli adayıyız. Bazen bazı şeyleri yaşamadan, başımıza gelmeden, ders almak için de okumamız gerekir. Bez Bebek de bu amaçla yazıldı.
Yazarlar kendileri kör olmadan bir körün hayatını da kendileri körmüş gibi yazabilirler. Kendisi şarkıcı, doktor, temizlik işçisi, dilenci, öğretmen vs. olmadan da onlardan biriymiş gibi öyküler kaleme alabilirler. Ben de –çok şükür- başıma gelmediği halde engelli biri gibi yazabildim.
Bütün bunların hepsi okura ders vermek ve yaşanmadan bazı şeyleri düşündürüp, öğretebilmek amaçlıdır. Okuyucu her ne kadar adı reklâmla duyurulan, pohpohlanan, belli isimlerin kitaplarını alıp “bakalım bu kadar reklâmı yapılacak ne yazmış ki?” diyerek, kitap alıyor olsa da, aslında okuduğu kitaptan bir tat almayı, kendisinde etki yaratabilmiş bir kitabı okumayı ister. Okurken film izlercesine gözünde canlandırabildiği kitabı unutmaz. Film izleme hissi uyandırabilen kitap sürükleyicidir, okurken zorlamaz, sıkmaz. Verdiği bir mesaj ve öğrettiği bir bilgi varsa (coğrafi bilgiler bile edinebilir insan bir romanda.) o kitap unutulmaz, akıllardan çıkmaz.
Tabi bir de kaleme alınış, anlatım şekli, dili çok önemlidir kitabın. Sıkıcı ve kafa karıştırıcı olmaması istenir. Zor anlaşılmamalıdır ki çok okunsun, çabuk okunsun, kolay anlaşılsın. Bu konuda da yazacak çok şey var. O da bir başka yazıya konu olur inşallah.
Bir kitaba konu olan ve kitabı da unutulmaz kılan özellikler –bence- bunlardır. “Hayatım roman. Yazsanıza.” diyen ya da demeyi düşünen tüm okurlara keyifli dakikalar yaşatmış olabilmem umuduyla… Sağlıklı yarınlar hepimizin olsun.