Bütün ‘var’ ların içinde, özündedir hasret.
Aşıklar sevdiğine özlem duyar, ölüler hayata. Bir hasta sağlığının hasretini çeker. Aç yemeğin hasretini, susayan suyun. Toklar ise acıkıncaya dek açlığa hasret duyar. Gurbette sılanın hasreti vardır, mahkûmiyette özgürlüğün. Kandırılanlar gerçeğin hasreti içindedir.Yorgunluk uykuyu özler; dinginlik meşguliyeti, tenhalar kalabalığı, ücralar bir parça gürültüyü, hayat ölümü.Çaresizler umudu, yalnızlar dostluğu özler. Taşlaşan kalpler merhamete, yanaklar gözyaşına, eller duaya, beden sıhhate, ruh huzura hasrettir.Nefret sevgi, korku cesaret hasretiyle yanar. Savaşlar barışı, zulüm sonunu, cömertlik sonsuzluğu, yokluk varlığı özler.
Bulutlar güneşi bekler, çiçekler ilkbaharı. Toprak yağmuru, yapraklar son baharı bekler.Su bir renge sahip olmak ister: beyaza, kışı bekler.Dün hatırlanmayı, bugün geçmeyi, yarın gelmeyi bekler. Mânâ anlaşılmayı bekler, ilim sahiplenilmeyi. Kalp inancı, ruh huzur bulmayı… Cennet iyiyi bekler, cehennem kötüyü. Mezar bedeni bekler, özgürlük canı.
Hasret beklemektir en nihayetinde. Hasret ise sabırsızca sonunu bekler.
Her varlık, her olgu, her duygu, her düşünce sonunu düşler. İşte bu düşleyiştir hasret. Ancak her düş nihayete ermez. Gerçekleşmeyen her düş ise bir hasretin sonunu taşır içinde. Kavuşmayı beklerken ölen, vuslat hayalini yani kavuşma hasretini yarım bırakır. Fakat aynı zamanda bu yarım bırakış hayatın ölüme, cesedin toprağa, ruhun özgürlüğe olan hasretinin sonudur.
Sonu olmayan her bekleyiş, bir başka hasretin bitişidir. Hasret ‘son’u beklemek sonu arzulamaktır.