Dün, bu gün ve muhtemelen yarın siz de gününüzün çoğu anında çevrenizde geçip giden insanları izlerken olduğunuz kişiyi yahut ortamı sorgulayıp duruyor musunuz? Ben sorguluyorum, hatta artık bu durum öyle bir hal aldı ki kendi kendime nedenler, bahaneler uydurabilir oldum. Kendimizi kabullenmemek gibi yorucu bir hastalık belirtisi. Şöyle bir etrafıma, arkadaşlarıma, aynaya bakınca kabullenebilir bir taraf da bulamıyorum. Oysa gelin görün ki bir terslik yok. Böyle diyebilmek daha can sıkıcı. Çalışmayan arabada, kaputu açıp nerde ne var hiç bilmese de bakıp anlamaya çalışan o kişiyi anlayabiliyorum. Oysa güzel sayılabilecek bir arabam ve tuttuğum takımın logosu olan anahtarlığım bile var. Bazen mükemmel olması gereken günlerin felaket habercisi olmaları gibi bir an yani. Etrafımda mutsuz olduğunun farkında bile olmayan düzinelerce insan varken kendimi pek de yadırgamıyorum. Arabada kös kös de oturabilirdim. Gitmeyen arabada manzara görür gibi yapan üçüncü derece o şarkıcılar gibi. Bakarsınız nasıl ünlü olduğumu bile bilmeden ünlü olurum. Size hissettiklerimi en ince detayına kadar anlatmama lüzum yok biliyorum çünkü çoğumuz aynıyız görebiliyorum. Nedenini sorgulayacak kadar kendimizle içli dışlıyken bu durumu elimde iyice evirip çevireceğim. Nerde ne zamana ait olmamız gerek, kim olmamız gerek ki kendimizi benimseyelim? Kendimizi biz gibi hissedelim. Hepimizin bu halleri acaba bizimle pek ilgili olmayan bizlerle mi ilgili? Hani şu hep aynı notanın farklı sesleri olan şarkılar, herkesin üstünde aynı şeyleri görmemizi sağlayan marka insanlar. Öyle ya da değil. Kendimizi arıyoruz şimdi, suçlu birini değil yolumuzu şaşmayalım.
‘Ben’ ile başlayan, biten, içinde sık sık geçen onlarca cümle olsa da bu çağda, şu devirde bir terslik var. En çok söylenen şeyler hep eksik. Çok eksik. Bazılarımız farklı görünüyor, farklı gülüyor, farklı yürüyor işin garibi herkes aynı geliyor. İnsan kendine bile aynı gelir mi? Geliyor. Belki de çok uzaklardan gelen bir olgu değildir bu içimize oturup kalan şey. Aynı müzikle aynı figürle on binlerce insan görebiliyoruz elimizdeki ince dikdörtgenlerle. Öylesine aynı, benzer ki insanlar… Bu çoğumuzun doğasına aykırı. Farklı düşünceler, farklı ruhlar aynı dünyada nasıl yaşar, hepimizin farklı dünyası varken kafasının girdaplarında. Nasıl yaşanır böyle? Bir kara delik çağı bu, girenin çıkamadığı, insanın kaçamadığı, sonu olmayan. Kaç kişiyi görüyoruz, biz görünüyor muyuz? Belki de kara delikler, solucanlar, sandığımız kadar güçlü değillerdir. En azından içimizde olanlar. Siz de benim gibi kendinizi sorguladığınızda size dayatılan şartnameye okumadan onaylamak yerine onaylamamayı deneyecek kadar siz olun. Yazdıklarımı zihninizin girdaplarına, sizi size, kendimi kendime bırakıp gidiyorum.