Osmanlı İmparatorluğu’nun 1 Kasım 1922’de yıkılması (17 Kasım’da Vahdettin’in İngiltere’ye sığınması yüzünden birçok kişi 17 Kasım 1922 olarak değerlendirir) sonucunda padişahlık makamının sonu gelmişti. Son padişah VI. Mehmed Vahdettin, Ankara hükümetinin “Saltanatı İlga” kanunundan 16 gün sonra ülkeyi terk etmiştir. Fakat saltanat kadar güçlü bir makam daha vardı: Hilafet…
Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkeyi terk eden Vahdettin’in elinden saltanat makamını almıştı fakat hâlâ hilafet makamı sabık padişaha aitti. Meclis, sabık padişah Vahdettin’in bu makamı kullanarak güç toplayabileceğinden ve Millî Mücadele’ye engel olabileceğinden korktu. Bu sebeple derhal bir kanun hazırlandı. Hilafete dair tüm hakların sabık hükümdarın kuzeni (Amcaoğlu) Şehzâde Abdülmecid Efendi’ye verilmesi kararlaştırıldı (19 Kasım 1922). Abdülmecid Efendi Ankara Meclisi’ne daha yakın bir konumdaydı. En başta her şey çok güzel giderken Mecid Efendi hilafetin saltanat olmadan bir manasının kalmadığını belirten demeçler vermeye başlamıştı. İstanbul’dan gelen haberler, Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemâl Paşa’nın canını sıkıyordu. Bir padişah gibi davranmaya başlayan Mecid Efendi’nin bu tutumu karşısında dayanamayan Türkiye hükümeti, “Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Haricine Çıkarılması” kanununu ilan etti (3 Mart 1924). Abdülmecid Efendi’nin hem hilafet makamı elinden düştü hem de vatanından sürgün edilme cezası aldı! Önce İsviçre’ye ardından da Fransa’ya geçen hanedan üyeleri, sakıt halifeye hâlâ büyük makama sahipmiş gibi davranıyorlardı. Hatta Mecid Efendi unvanının alınmış olmasına rağmen yazdığı bazı mektuplarda yahut bildirgelerde halife mahlasını kendine veriyordu. Hatta yayımladığı bir bildirgede “Sultan Abdülmecid Han Oğlu Halife-i Müslim Abdülmecid” ibaresini kullanmıştı. Aradan uzun yıllar geçmiş, sakıt halife Nice’e yerleşmişti. Özellikle sabık hükümdar Vahdettin’in ölümünün ardından çoğunluk, hanedanın en yaşlısı ve reisi Mecid Efendi’nin evine gelmişti (1926). Evde bulunan kişi sayısı artıkça, sakıt halifenin masrafları da bir o kadar artıyordu. Evin içinde Mecid Efendi ve ailesi, Abdülhamid kolundan bir kısım, V. Murad kolundan bir kısım, Sultan Aziz kolundan bir kısım, Sultan Vahdettin kolundan bir kısım buna ilaveten hizmetliler ve sakıt halifenin yaverleri bulunuyordu. Bu kadar fazla kişi, fazla masraf anlamına geliyordu ki artık para azalmıştı. Hatta Mecid Efendi, yurtdışında bulunan bazı hanedan üyelerine aylık biner frank göndermekteydi (BOA, 203-391-2, MGM). Mecid Efendi bu darlık ve sıkıntının bir nebze olsun dinmesi adına hilafet makamını satışa çıkartmak istedi!
O zamanın Mısır Kralı I. Fuad henüz on dokuz yaşındaydı. Elimde bulunan belgeye göre Mecid Efendi, Kral Faruk’la irtibatını Beyrut’ta bulunan Şehzâde Cemalettin ve Şerafettin sayesinde sağlıyordu. Kral Faruk hilafet makamı için öncelikle 40.000 İngiliz lirası teklif etmişse bile Mecid Efendi paranın azlığını bahane ederek bu teklifi reddetmiştir. Alınan kayıtlara göre Faruk’un 200.000 İngiliz lirası vermesi karşılığında, hilafetten feragat edileceği bildirilmiştir. Bu belge aynı zamanda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ne denli yaygın bir casusluk faaliyeti izlediğini gösterir. Bu bilgilerin edinilmesi ancak XX. yüzyıl casusluğunun örneğidir! Şunu eklemek icap eder ki yeni Türkiye, eski Türkiye temsilcilerini sıkı şekilde kontrol altında tutmaktadır. Yaptıkları her hareketin içeriğini bildirmektedirler.
Foto -3-: Belgenin orijinal hali (BOA, 203-391-2, MGM)
Bu yazımı sizlere aktarırken yararlandığım “Murat Bardakçı” arşivi için, SN. Murat Bardakçı’ya teşekkür ederim. Detaylı bilgi için bkz. Murat Bardakçı, Neslişah, Everest Yayınları.