Gül

Gül

Gül

Temiz hava almak, biraz kafa dağıtmak ve kalabalıktan uzaklaşmak için yürüyüşe çıkmıştım. Dilime dolanan şarkıyı sessizce mırıldanarak, çevremdeki ağaçların ürpertici dalları üzerinde henüz açmış çiçekleri izleyerek, nereden geldiğini anlayamadığım böceklerin ve kuşların melodilerini dinleyerek, hafiften çamurlu çimen yolda sakince adımlarımı sürüklerken yabani otların arasında kendini siper etmiş lakin göz kamaştırıcı parıltısından dolayı kendini saklayamamış eşsiz çiçeği gördüm.

Orada kalmayı hak etmediğini düşündüm. Onu oradan zarar vermeden alıp, odamın en güzel yerine koyup, odamı güzelleştirebilirdim. Çevresindeki dikenlere aldırmadan ellerimi dikenlerin arasında daldırdım. Hiç kolay olmadı, sivri dikenler ellerime ve kollarıma dokunsalar da aldırış etmedim.

Aman Tanrım! Otların arasında yüz yüze geldiğimiz ilk anda olağanüstü kokusu yüzüme çarptı, o an kendimden geçtim. Derince ve uzunca tüm kokusu içime çektim. Vücudumda kokunun gezinmesini hissettim. “Amansız, acımasız kokuyorsun…”* Aklımdaki tüm düşünceler beni terk etti, tek isteğim kokunun içinde boğulmaktı.

İnsanın içine mutluluk saçan, nefesimi kesen capcanlı rengi gözlerimi benden aldı. Daha önce kırmızının bu tonunun olduğundan bir habermişim! Renk gözüme çarptıkça sarhoş oluyordum. Dallarındaki sık ve sipsivri dikenleri dikkatimi çekti. Ellerimle dalını tutmaya çalışsam usulca derimden içeriye işlerlerdi. Kendini korumak için bu kadar önlemliydi ama ona zarar vermeyi kim isterdi ki?

Onu oradan kökünden söküp güzelce bir saksıya koyup her daim yanımda olmasını istedim fakat zarar vermekten dolayı çok korktum. Otların arasında öylece ikilemin arasında kalakaldım. Sen de gelmek ister misin?  Bir süre sonra onu orada bırakıp gidemeyeceğimi anlayınca toprağa hafifçe eşeleyerek kökünden söktüm. Başına bir şey gelmesinden endişe duyduğum için koşarak evin yolunu tuttum.

Eve girer girmez saksıya dikkatlice diktim. Toprağını da söktüğüm yerden getirdim, ne olur ne olmaz. Güzelce sulayıp karşıma aldım. Onu nereye koyacağımı bilmiyordum. Hem rahat edeceği, asla solmayacağı, yeteri kadar güneş alabileceği hem de her baktığımda görebileceğim, uyurken son gördüğüm, gözlerimi açtığımda ilk karşıma çıkan şey olmalıydı.

Kökleri henüz sağlam değildi, saçaklanmamışlardı fakat burada sonsuza kadar büyüyebilirlerdi. Gövdesinde dikenler ilkin göze çarpsa da köklerinden yapraklarına ulaşan uzunca ve bir o kadar da nihal bir gövdeye sahipti. Her hattının itina ile yaratılmış olduğu barizdi. Duruşu kendinden bir o kadar emin aynı zamanda kendini belli ediyordu.

Dikenleri yapraklarına izin vermiş ki gövdesi boyunca yemyeşil renklere sahip yaprakları vardı. Dalları kibarca, belirgin inceden damarlara sahip yapraklarını taşıyordu. Yaprakları özenle dokunulmuş gibi yumuşacık, dokununca sıcacık ama bir o kadar da narindi. Yaprakların üzerinde nokta gibi, onu güzelleştiren lekelere sahipti. Adeta usta bir ressamın tablosu gibiydi.

Gövdesinin bitip çiçeğin başladığı tablası muntazam ve taptazeydi. Yeşilden kırmızıya geçen kısa çanak yapraklara sahipti, yeşili bir ayrı parıldıyordu. Sanki hafif rüzgarda asil bir atın yelesi gibi süzülmeye hazırdı.

Saatlerce karşısında oturup onu izleyebilirdim. Her noktasını belleğime işlemem gerekiyordu. Ondan bu kadar etkilenmemin nedeni sadece saf güzelliği değil, onun bende uyandırdığı kontrol edemediğim duygulardı. Önemli olan bana hissettirdikleriydi. Mutluluğu bana kazandırıyor, umudumu filizlendiriyor ve avare gülümsememi yüzümden eksik etmiyordu.

Dipdiri, kıpkırmızı taç yapraklara sahipti. Yaprakları dolgun, genişçe ve pürüzsüzdü. Burada da küçücük, onu eşsizleştiren benekleri vardı. Parmaklarım narince dokunuyordu, naif, özenle oluşmuş dokusu büyüleyiciydi. Yukarıdan bakıldığında yapraklarının uçlarının oluşturduğu ince çizgiler, iç içe geçmiş, insanı sarsan görüntüye sahipti. Nazenin çizgilerinden gözlerini kaçırmak neredeyse imkansızdı.

En ortasında tohumu sakladığı taç yaprakların birleştiği yer kalınca ve kırmızının adeta kan rengine döndüğü kısmıydı. Hemen üzerinde sanki tomurcuğunun nefes almasını sağlar gibi açılmış ufacık bir yaprağı vardı. İnci gibi özenle dizilmiş yaprakları adeta raks ediyordu. Gözlerimi alamıyordum, mitolojilerde tanrıların el ele verip yarattığı söylenirdi.

Günler geçtikçe solduğunu fark ettiğim ilk an düşüncesizce elime aldım, dikeni elime batınca elimden ivedilikle kayıp yere düştü. Elimin kanaması umurumda olmadı, hemencecik toparlamak istedim. Düşünce maalesef dalını kırdığımı, saksının da paramparça olduğunu fark ettim.

Hiçbir zaman burada durmak zorunda değildi. Onu verimli toprağından el koyarak buraya getirmiştim. Bencilce davranmış, saksıda yaşayabileceğini düşünmüştüm. Gonca halinden bu yana büyüdüğü yerde büyümesi gerekiyordu belki de. Ama onu oradan sökerken dikenleri elimi acıtmamıştı, bundan cesaret almıştım. Solmaya ne zaman başladığı bile gözümden kaçmış. İlk söktüğüm zaman mı, yolda gelirken mi, odada onu izlerken mi bilmiyorum. Her şey muhteşem olsun istemiştim aslında, belki de saksıyı doğru seçemedim.

Bulduğum yere geri bırakmak zorunda olduğumu hissettim. Bunu zerre kadar bile istemesem de mecburdum. Derince, her noktasını ezberlemek amacıyla baktım. Hafızama her ayrıntısını kazımam gerekiyordu. Resmini çizmeyi çok istesem de bunu beceremezdim.

Aldığım yere geri getirdim, tüm benliğim ne kadar reddetse de oraya narince geri diktim. Elbet bir gün her şey eskisi gibi olacaktı lakin kokusunu unutmaktan korktum, görüntüsünün silinmesinden korktum. Eğilip bir daha nefes alamayacakmış gibi fevkalade kokusunu içime çektim, yegane hayalini zihnime nakşettim, kıpkırmızı taç yaprağına bir buse kondurdum.

Arkamı dönüp birkaç adım attım. “Baharı neyleyim? O gül yanaklı, gonca ağızlı güzelin gülüp açılması, bin bahar mevsimine değmez mi?”** Harikulade gülü son bir kez görmek için kafamı çevirip baktım, uzunca baktım, bir daha göremeyecekmiş gibi…

Senin resmini çizemem ama kelimelerle resmetmeyi denerim.

*Edip Cansever, Gül Kokuyorsun

**Naili’nin Gazelleri’nden

Tüm yazılar için donattan.com

Donat
Merhabalar ben Donat, öncelikle hoş geldiniz. Belirteyim, burada sizlere hiçbir şey vaat etmiyorum. İçimde bir Donat daha var, hayatım boyunca onun isteklerine göre hareket ettiğimi anladım. O ne istiyorsa, farkında olarak veya olmadan, onun doğrultusunda hayatıma devam ediyorum. İçimdeki Donat'ın yazı yazarak kendini ifade etmeye çalıştığını düşünüyorum, bu nedenle bu sayfayı açtım. Burada Donat'tan gelen ifadeleri, yorumları, eleştirileri, mutlulukları, üzüntüleri, hayal kırıklıklarını, duyguları, düşünceleri, düşleri, hayalleri ve haykırışları paylaşacağım. Ben paylaştıkça rahatlayacağım, sizlerin de okuyarak beni anlamasını bekliyorum. Umarım güzel vakit geçirirsiniz, şimdiden teşekkür ederim. Olumlu veya olumsuz eleştiriler, yorumlar, yazılar hakkında sorular için veya da merak ettiğin her şey için mesajınızı bekliyorum. Sitemden de beni takip edebilirsiniz: http://www.donattan.com
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Tesadüf mü?
Sonraki
Yunan Şehir Devletleri Nasıl Birleşti?

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.