Mehmet Kutlular’ın “İşte Hayatım” kitabından bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Görev Paylaşımın’da “liyakat” esastır
Bu konuda da, Ehl-i Sünnet ile Şia arasında ihtilaf vardır. Şia’da devlet idaresinde söz sahibi olanlar “ayetullah” sıfatı verilen mollalardır, din adamlarıdır. Halbuki Ehl-i Sünnet’te böyle bir gereklilik yoktur. Ehliyet esastır. Dört halifenin görev sırasını “liyakat”ın belirlediği açıktır. Peygamber Efendimiz(s.a.v) dahi kendinden sonraki adayı Hz. Ebubekir olarak belirlememiştir. Onu Sahabeler seçmiştir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali de layık oldukları için o makama getirilmiştir. Sonra da onlar işin ehli olduklarını fiilen göstermişlerdir.
Din namına ortaya çıkanların ise böyle bir hassasiyet taşımadıkları açıkça görülmüştür. Onlara göre, dindarlık, partidaşlık, tarafgir olma “liyakat”ten önde gelmektedir.
Bunu en basitinde tıpta, mühendislikte, tezgahtarlıkta, herhangi bir konunun ustalığında bu ehliyeti, liyakati daima arıyoruz. Doktor ararken dindarlığına bakmıyor, mütehassıs olup olmadığını dikkate alıyoruz. Adam mütehassıs olduğu zaman, gayr-i Müslim de olsa; ona muayene olmayı dinimiz men etmiyor. Usta, gayr-i Müslim de olsa; ona iş yaptırmakta bir beis yok. Avukat aradığınız zaman en iyisini bulmaya uğraşıyoruz. Tezgahtar aradığımız zaman sadece namaz kılıp kılmadığına değil, becerikli olup olmadığına bakıyoruz. Berberinden terzisine kadar bu ölçüyü kullanıyoruz. Siyasete gelince, devlet idaresinde liyakat aramıyoruz. Sadece diyanet noktasında namazına, sakalına bakıyoruz. İdare işini namaz, sakal yapmıyor ki! Keşke hem dindar, hem de mahir, liyakatli olanlar görevler için yeterli sayıda bulunsa. Ama gerçekte hem mütedeyyin, hem mahir kişi sayısı görevlerin hepsine yetmemekte. O zaman mahir olan tercih edilmelidir.
İdare etme, yönetme; idarecilik, yöneticilik fıri bir kabiliyet. Bunu tarihte de apaçık görüyoruz, İslam tarihinde… Saltanat olmasına rağmen ne zaman becerikli, vasıflı padişahlar gelmişse, İslam hakimiyeti daha parlamış, daha kuvvetlenmiş. Onlardan alim, din bilgini olmaları beklenmemiş. Ne zaman liyakatsiz oğullar veya kardeşler başa geçmişse; o zaman devlet de, millet de, İslam milletleri de gerilemiş. Hatta içlerinde, diğerlerine nazaran daha dindar olanları da mevcutmuş.
Bugün de bakıyoruz İslam alemi, pek çok yönden Hristiyanlık aleminden geri düşmüş. Teknolojide, ekonomide, temel hakve hürriyetler noktasında geri kalmış. Demek ki siyasette, ülke yönetiminde dindarlık birölçü olamaz. Liyakat, fıtri kabiliyet ve tecrübe seçmenin araması gereken, olmazsa olmaz niteliklerdir, aynı zamanda böyle görevlere talip olunduğunda dikkate alınacak en önemli kişisel özelliklerdir.