Hareketin başladığı saattir öğlen saati. Biraz daha insanların dışarıya çıkmaya başladığı, işçinin çalıştığı, gencin, serbest olanın gezdiği, bir kişiye, bir işe, çaba harcayacak olanların, yavaş yavaş gitmeye hazırlandığı saat.
Peki öğleden sonra?
İnsan, öğleden sonraları için, hep bir heyecanlı, hep bir hevesli, o kadar da istekli.
Yaz aylarının öğle saatleri hep bir yakıcı olur bilirsiniz.
İnsanlar zaten gölgeye hasrettir.
Altında serinleten bir karanlığa.
Gölge, öğleni sevmez, sıcakla arası pek yoktur onun. o her daim daha özgür olan akşamı ve loş ışıkları sever.
Kimi sevenler, gölgelerin ardında görüşür.
Aileler görmesin diye, kimseler el etmesin diye veyahut insanlar bilmesin diye. Belki de daha özgür hissetmek için seçerler karanlığı, beden bedene korkusuzca değsin diye.
Gizem hep bir sevilir, karanlık hep bir güzeldir insanın aklında.
“Aydın olduk da ne aldık bu zamana kadar.” Der, karanlığa teslim olacak, gölge oyunlarını, saflığa tercih ederek, benliğinden uzaklaşan insan.
Aslında gölgeler bu değildir bilir misiniz?
Gölgelerin ardından bile kendini belli eden bir insan, bizim için en güzel insandır belki de.
Bir sözüm var; Bir kez bile yan yana gelemeden değdi ellerim ellerine, ondandır belki başlamadan kararan, gece gibi günlerimiz.
Sevgiyi gerçek hissettiren insan, karanlıkları aydın yaptığı gibi, gökteki gereksiz Güneşleri de ayın ardına gömmesini bilir.
Sahip çıkar sevdiceğine, gölgelerin içinde tek bırakamaz onu. Beraber severler geceleri. Beraber kapılırlar gölgelerin büyüsüne.
Sevgisizler adına çok soğuktur gölgeler, sevemezler karanlığı bir türlü zaten odadan gelmiyorlar ise eğer.
Tek başa zordur insana, tüm gölge ve geceler.
Karanlıklar her zaman, alışılmayı ister.
Onu anlamanı, onu bilmeni, onu sevmeni. İçinde o olan şeyleri ister ve bekler senden.
İnsanın kendi karanlığı ise hepsinden beter. Biraz korkuyorsundur içinden, belki gelecek ile barışmaya veya değişme gitmekten.
Bu da gölgeler ardında gizler bizleri genelde.
Kendimize bir kimlik buluruz belki ya da asıl kimliğimizi ileri sunarız, biz değişemedik deriz bize göre ve belki de sahiden durum öyle.
Biraz üstüne titremek lazım böyle durumların. Anlamak lazım bazı gölgeleri, derdini sormak ya da ısrar etmekten bahsetmiyorum, bir köşede anlayarak durmayı kast ediyorum. Çözüldüğü sürece gölgeler kendini belli eder.
Ardına saklanan o kadar insan var ki. Kimi iyi, kimi kötü. Üstüne gitmek, içteki sıkıntıyı kökünden çözmek gerek, biraz anlayışlı, biraz da küstah bakışlı.
İnsan egosunu ardına alarak yaklaşmalı, karanlıkla kendine inanarak konuşmalı. Öteki türlüsü yaş. Bir gölgeyi aydınlatmak, çok büyük bir münazara ister, tek başına onlarca farklı renk şapka ile mücadele veren, yalnız bir sarı şapka.
Tek istediği ise onunla olan, tek kişilik bir siyah şapka.
Süreç zor, çözüm ortada.
Zaman ve bol miktarda vefa, alışılma, şehvet ve arzular.
Belki de sarı şapka bu kez siyahla son bulmalı. Onunla beraber hayatı anlamalı. Unutulmaması gerek ki gölgeler, her daim yalnızlığı ister.
Alıştığı karanlıkta yaşamayı gözler. İnsan ise bazen gölgeyi, ardında değil, yanı başında ister, çok zordur ama bir gölge kazanmak.
Kendinin kopyası, biraz daha cesuru hatta. Onunla hep bir mutlu, o olmadansa buruk. Anlayamadığı gölgeden korkar ve kaçar insan.
Hayatına almak adına sergilediği çabayı bırakır.
O ise bir gölge, bir ikiz, bir kardeş ve bir arkadaş.
Derdinden önce gelen bir dost.
Anlaşılmak. Baştan sona neredeyse.
Belki lanet olur belki hediye.
Bir gölge görünür tüm güzelliğiyle, eğer o gölgenin karanlığı, içtenlikle benimsenirse.